ZEİTGEİST ZAMANIN RUHU - DEİSTLİK ARA GEÇİŞ DÖNEMİ

  ANA SAYFA
  İLETİŞİM
  DUYURU
  FORUM ALANI GİRİŞ
  KENDİ LİNKİNİ GÖNDER
  Zeitgeist Alanı
  ZEİTGEİST NEYİ ANLATIYOR
  CANLILARIN BİRBİRİNE BAĞIMLILIĞI
  PARASAL SİSTEMİN OLUŞMA AŞAMASI
  PARANIN SAHİPLERİ
  Kişisel Yorumlarım
  DİN İLK ANAYASA KİTABIDIR
  DEİSTLİK ARA GEÇİŞ DÖNEMİ
  HOLOGRAFİK EVREN VE DİN
  NEDEN HESAPSIZ ÜREME
  EŞİTSİZLİK BAKIŞ AÇISI
  DÜNYADA TEK DİLİN ÖNEMİ
  ÜTOPYA VE HAYAL
  SAĞLIK AÇISINDAN CAHİLLİK VE YOKSULLUK KARDEŞTİR
  SONUÇ: NASIL BİR YAŞAM
  CAHİLLİK AİLE VE TOPLUM MİRASIDIR
  Farklı Görüşler
  RİCHARD DAWKİNS EVRİM
  EVRİM HAKINDA
  ATOM DÜNYASI EVREN KUANTUM FİZİĞİ
  TEK DÜNYA DEVLETİ
  DİN VE İNANÇ HAKKINDA
  MEDENİYETLER ÇATIŞMASI
  DİYALEKTİK BAKIŞ
  KAPİTALİZM ELEŞTİRİSİ
  Bilinç Algı Felsefe
  BİLİNÇ BİLİNÇALTI
  ÖZBENLİK
  OSHO FELSEFESİ
  GÖZLEM VE ALGI
  __________________
  ZEİTGEİST ANKETİ
Deistlik Ara Geçiş Dönemi
Dinsiz olmak fakat yaratıcıya(tanrı) inanmak, adına deizim denilen düşünce, bu görüşlerim değişmiştir. deistlik bir ara geçiş dönemidir denirdi, gerçekten doğru bir tesbit. deistlik ciddi düşünüldüğünde yaratıcı olduğu düşüncesine, yani bir tanrıya zoraki tutunmaya çalışmaktan ibaret. aslında işin biraz komik bir yönüde var, yerleşik alışkanlıklar zoraki tutunma süreci yaşatıyor insana dinlerin her yönüyle insan üretimi olduğu kolayca ortaya çıkacak bir düşünce, fakat konu yaratıcıya(tanrı) geldiğinde zoraki bir tutunma çabası oluşuyor.  

Konu dinler olduğunda bilinmezci olmaya gerek olmuyor, yani dinler gerçekte olabilir, yalanda olabilir var veya yok görüşü ortaya çıkmıyor, sonuç çok net tesbit ediliyor ve bariz insan üretimi olduğunu anlıyorsun.

İnsan üretimi inançlardan kopuş süreci, inancın kaç parçadan oluşuyor ise, sondan başlayarak ve tek tek bu parçaları bırakarak gerçekleşiyor. bu bırakma zihnin özgürleşmesidir, fakat insan alışkanlıkları’da bir anda ortadan kaybolmaz izleri kalır diye düşünüyorum.

Yaratıcı-din-mezhep……. Diyerek genişletilen inançlar bu sıralama ile kendine yön bulmuş. Düşünme, sorgulama, mantık yürütme süreci direk yaratıcıdan başlayabilmiş olsa ve yaratıcı düşüncesinin’de tabiki insan düşüncesiyle oluşturulduğu tesbiti yapılsa, din ve mezhep inançları üzerine hiç düşünmeye bile gerek kalmadan onlarda zihinlerde kaybolup gidebilirdi. Fakat zihin nasıl bir sıralama ile tek tek inançlarını oluşturup genişletiyor/çoğaltıyor ise, kopuşlarda yine bir sıralama ile tek tek oluyor, fakat sıralama bu sefer tersten tek tek gerçekleşiyor. Aslında şu’da çok net bir tesbit’ki mezhepler dinlerin farklı yansımalarından başka bir şey değildir, o zaman din ve mezhepleri birbirinden ayıramayız bir bütün olarak rahatlıkla bakabiliriz, öyleyse kopuş dinle başlar, mezhep dinin içindedir. Ama aynı şeyi, yaratıcıyla/dinleri aynı şey diyerek bütünleştiremeyiz, yaratıcı soyut kalır, din somut(kelimeler rütüeller) . öyleyse kopuş dinle başlar dedik ve kopuş gerçekleşti, ortada ne kaldı_?, belki dini değil ama evrensel yaratıcı(tanrı) inancı kaldı, bu sadece soyut bir düşünce somut yaşamımız içinde ne anlamı var, ne alam ifade ediyor.

Din olmayacaksa Yaratıcı vardır demekle, yoktur demek arasında ne fark var_?. Evet bunun aksi bir ikileme ben’de uzun zamandır düşmüştüm, fakat bu geçiş dönemini tamamlayıp doğru olanı zaman içinde mantığımla daha iyi kavradım. Çok bariz ortaya çıkan bir şey varki Yaratıcı vardır demek için dine ihtiyaç duyarsın, bakın taşlar yerine oturuyor. düşünen insanın yaratıcı vardır dediği, sonra din oluşturduğu çok net ve anlaşılıyorki din günümüzde bildiğimiz gibi zebur, Tevrat, incil, kuran, diye dört kitaptan oluşan bir sıralamayla başlamamıştır. Din insanlık tarihi boyunca yaratıcı inancı oluşturulduktan sonra hemen oluşturulmuştur. Güneşe,aya,ateşe,suya,ineğe,elle yapılmış putlara,börtüye böceğe v.s tapmak bir dindir. Kim demiş illa yazılı metne din denir diye, varmı böyle bir şey. ayrıca isimlerin bir önemi yokki, biri ismine tapınma demiş, biri’de din demiştir, aynı düşüncelerin, şekillerin farklı ifadeleri/ isimleri sadece. Ama din kendini 4 kitapla başlatan kendinden önceki rütülleri içinde bulundururken bir yandanda onları inkar eden bir inanış. yazılı metin dinler kendini kısıtlayabilir, amacı başlangıcı ve sonu kendi dar alanına sıkıştırıp her şeyi kendinden muktedir görmek /göstermektir. Fakat biz kendimizi neden kısıtlayalım.

Din zihinlerin çöplüğünde yerini aldığında, yaratıcı(tanrı) inancı/düşüncesi bir anlam ifade ediyormu. Yaratıcı vardır veya yoktur demek bir anlam ifade ediyormu.

Şimdi düşünelim; zihnimizde insanlık tarihinde çok çok gerilere gittiğimizi farzedelim, yaratıcı düşüncesinin hiç olmadığı bir an’a bu zaman inanç yönünden sıfır noktasıdır. İnsan çeşitli doğal sebeplerden mesela ;güneşin gücünden/ ısıtmasından /yaşamsal faydasından veya suyun serinletmesinden/ temizlemesinden/ yaşamsal faydasından v.b nedenlerle güneşe veya suya veya her ikisini birden yaratıcı(tanrı) dedi, etrafındaki insanlarla (aile/kabile/ aşiret neyse)dedi’ki bu yaratıcıdır. Sonra diz çöküp kendi dilinde cümleler söylenmeye başladılar, fiziksel hareketler yapmaya başladılar (el açmak/ateş etrafında dans etmek/yiyeceklerini sunmak/insan sunmak v.s) işte bu yaptıklarının adı din’dir. Bu tanrı inancı ve din ritüelleri zaman içinde değişe değişe bir noktaya kadar gelinmiştir ve insan mantığıyla bu durumu analiz etmeye, sorgulamaya başlamıştır. Bu sorgulama mantıklı düşünme sonrasında dinlerin insan üretimi olduğunu kesinleştirmiştir. geriye bir yaratıcı(tanrı) düşüncesi kalmıştır, yaratıcı(tanrı) dinler gibi somut kelimeler veya rütüeller üzerinden mantık yürütülecek analiz edilecek bir durum değil, Soyut bir durum. Şimdi insan bu durumda vardır veya yoktur deme itiyacını neden hissetmeli, mantıken bunu hissetmesi gereken tek kişi bu yoktan ortaya varlık atan insandan başkası değildir. Yani bu var diye veya yok diye kanıtlanabilecek bir şey değildir, sadece bir kelimden ibarettir, sözcüktür. O sözcüğü anlamlandırmaya başladığımızda zaten din oluşturmuş oluyoruz.

Şimdi hokabokatoka diye sallamasyon bir isim uydursak, bu isme bir simge, o simgeye bir anlam yüklesek aradan uzunca yıllar geçse ve bir çok insan sorgulayıp, düşünüp, mantıklı analizini yaparak bunları bizim atalarımız o dönemin bilinç düzeyinde kendisi üretti dediğinde, inanan kişiler o zaman kanıtla dediğinde(sanki ortada kanıtlanması gereken bir şey varmış gibi) karşı görüş olarak sende tersini kanıtlayamazsın dediğinde durum ne olur %50 %50 yani ne var/ne yok bilinmezci bir durum. Olabilirde, olamayabilirde, bilmiyorum demek, objektif bir bakış açısı gibi görünüyor. Yalnız burada bir anormalik var bu hokabokatoka ismini ortaya atan kişiyle irtibat kurma şansımız olsa idi eğer afyonun dozu kendi uydurduğunu bile unutturacak seviye’ye gelmemiş ise evet zamanın gerekliliğinde ben uydurdum derdi ve belki sorun ortadan kalkardı (önemli bir noktada şu; bu yaratıcı(tanrı) fikrini ortaya ilk atan zihin bilinçli bir zihin, fakat devam ettiren kitleyi genişleten zihinler’de bilinçli şekilde uyduran zihinlermi, yoksa ciddi ciddi böyle olduğuna samimiyetle kendini inandırmış kişilermi, dini yaşamlar gözlemlendiğin’de böyle bir ayrım kesinlikle hissedilemiyor, samimiyetle/takkiye eşit, çok karmaşık, her şey bir birine girmiş durumda gözüküyor.  

Ayrıca ortaya atılmış bir yaratıcı düşüncesini içinde bulunduğumuz toplumdan ezbere aldığımıza göre, bunun varlığı ve yokluğu üzerine bir kanıt ancak var olduğunu söyleyenin boynuna borçtur. Objektiv düşünen, akıl yürüten bir insan, uzun uzadıya ‘’varmı ‘’ yokmu’’ _? bunu düşünmeye neden ihtiyaç duysun. örneğin; gözlerimiz kapalı, hiç bir dış görüntü veya ses yok, düşünce oluşuyor; acaba gözümün görmediği ve dokunamadığım bir canlı bulunduğum ortamda varmı yokmu, sonra karar veriyorum, gözümle görmediğim, kulağımla duyamadığım, fiziksel olarak hissedemediğim özelikte bir canlı ise, var olabilirde yok olabilirde = bilemiyorum diyoruz (ve yukarıda bulduğumuz %50-%50 sonucu ile aynı sonuca vamrış oluyoruz). Bu oluşturduğum düşüncemin benim yaşamıma nasıl bir katkısı olabilir, gözlerimi açtığımda ayağa kalkıp yürüdüğümde ondan hiç bir şekilde etkilenmiyorsam, ki oluşturduğum düşünce gereği, ne fiziksel, ne ses, ne görüntü iletişimi kurulamayacak hayali bir düşünce bu, somut yaşamıma hiçbir +- etkisi olamaz. Demekki yaşamımıza ruhsal değil kesinlikle fiziksel somut + katkısı olmadığı sürece düşüncelerimiz bizi gerçekten esir alabiliyor. Fiziksel somut yaşamdaki eksileri zihinsel dünyamızda + yapma çabasıyla sahte yalan zihinsel bir dünya kuruyoruz. normalde bir çok anlatımlarda(teoriler dahil) bunun tam tersi söylenir biliyorum’’ yaşadığımız fiziksel dünya bir yansımadır, rüya halidir, uyku halidir ‘’ v.s deniyor. bu konuda benim düşüncemin anlaşılması için kısa bir örnek vermek istiyorum; olaki bizler birer hologram yansımasıyız, bizler bir rüya kişisiyiz, ne farkeder. sonuçta bizim somut yaşam algımız, acılarımız, sevinçlerimiz, bizim boyutumuz için ne kadar gerçekse, işte odur bizim gerçeğimiz. bir rüyanın insanı olmamızın ne gibi bir önemi olabilirki.

pcked
Toplam 74768 ziyaretçi (153272 klik) Kişi Buradaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol