ZEİTGEİST ZAMANIN RUHU - OSHO FELSEFESİ

  ANA SAYFA
  İLETİŞİM
  DUYURU
  FORUM ALANI GİRİŞ
  KENDİ LİNKİNİ GÖNDER
  Zeitgeist Alanı
  ZEİTGEİST NEYİ ANLATIYOR
  CANLILARIN BİRBİRİNE BAĞIMLILIĞI
  PARASAL SİSTEMİN OLUŞMA AŞAMASI
  PARANIN SAHİPLERİ
  Kişisel Yorumlarım
  DİN İLK ANAYASA KİTABIDIR
  DEİSTLİK ARA GEÇİŞ DÖNEMİ
  HOLOGRAFİK EVREN VE DİN
  NEDEN HESAPSIZ ÜREME
  EŞİTSİZLİK BAKIŞ AÇISI
  DÜNYADA TEK DİLİN ÖNEMİ
  ÜTOPYA VE HAYAL
  SAĞLIK AÇISINDAN CAHİLLİK VE YOKSULLUK KARDEŞTİR
  SONUÇ: NASIL BİR YAŞAM
  CAHİLLİK AİLE VE TOPLUM MİRASIDIR
  Farklı Görüşler
  RİCHARD DAWKİNS EVRİM
  EVRİM HAKINDA
  ATOM DÜNYASI EVREN KUANTUM FİZİĞİ
  TEK DÜNYA DEVLETİ
  DİN VE İNANÇ HAKKINDA
  MEDENİYETLER ÇATIŞMASI
  DİYALEKTİK BAKIŞ
  KAPİTALİZM ELEŞTİRİSİ
  Bilinç Algı Felsefe
  BİLİNÇ BİLİNÇALTI
  ÖZBENLİK
  OSHO FELSEFESİ
  GÖZLEM VE ALGI
  __________________
  ZEİTGEİST ANKETİ


Osho'nun bir kaç yazısını okuduktan sonra, güzel tesbitleri ilgimi çekti ve videosunu izlediğimde ilk intibam, bu adam uyuşturucu kullanıyor ve bu derinliklerede onun etkisiyle ulaşıyor oldu.
Sonra sayfanın en alttındaki linkini verdiğim kitap'ı indirip okumaya başladım. gerçekten çok derin ve çok gerçekçi tesbitleri var. yani çocuklukta hissedip sonra kaybettiğin, ama neyi kaybetiğinin farkına varamadığın şeyi açıklıyor. FARKINDALIĞI

Kötü bir örnekle; ilk sigara içme zamanlarında farkında olarak içildiğinde gerçekten içimle beraber alınan bir haz vardı, fakat zamanla bu el alışkanlığına döndü ve artık her içilen sigara doyumsuz zevk vermiyor, hatta hiç zevk vermiyor sadece alışkanlık.

Kendi anlatığı şeyi bir din olarak ifade ediyor , ama bazen etmiyorda ve diğer dinlerin insanlara nasıl zarar verdiğinide yeterince anlatıyor. Çok etkileyici ve bana göre doğru tesbitler olmasıyla beraber her söylemde mutlaka, ama mutlaka, doğrularda vardır, fakat yanlışlarda vardır. bu osho'da da var. diğer dinlerle benzerliği var.

Düşünmemek, srogulamamak anlamına gelir. buda mantıkla çelişkiye düşer, ee osho zaten düşünceden çıkan mantığı kabul etmiyor.

Dinlerde aynen böyle çıkmıştır, bir çok insan ama bu saçmalık dediği noktalarda, birileri ama ahlak, hırsızlık, zalimlik, domuz eti, bunların yasak olması iyi bir şey değilmi, yoksa kabul etmiyormusun, yoksa sen hırsızlığı metmi ediyorsun durumuna getirildi sorgulayanlar. aslında bu duruma getirenler mutlaka hırsızlığıda kendileri yapıyordu, fakat konuşup tartışacak ortam yok, kabulün karşısında kılıç var, mecburi kabul gönül rızasıyla sağlanmış oldu. mutlaka masal diyecekler diye yazan kendi masalını yazdığını gayet iyi biliyordu.

Halbuki ne alakası var. içinde bir kaç güzel şey var diye, bir sürü saçmalığınıda beraber bütün olarak kabul etmek zorundamıyım, işte bunu söyletmediler insanlar, ooo çok büyük günah işliyorsun, inkar etmiş olursun dediler. her tarafı korku direkleriyle mızraklarla donattılar, ve söylemeyi bırak kimse düşünmedi bile.

Etkileyici tesbitler, neleri amaç ediniyor bu önemli. veya doğruların içinde ne kadar yanlışlar var bu önemli. insanların, içinde bulunduğu sistemdeki sıkıntıları, acıları belli, ortada. bunların eleştirisini yaparak insanların dikkatini çekebilirsiniz. ve böylece peşinizden sürüklenecek bir kitle oluşturabilirsiniz. bir yönteminiz vardır, ya din, ya politika, ya başka bir şey, kitleyle bu yöntemi kullanırsınız.

KİTABIN ''Zirvelerin Ötesinde Bitmek Bilmeyen Zirveler'' adındaki bölümünde oshonun düşüncesi gün yüzüne çıktı O REANKARNASYON'A İNANIYOR

İÇİNDE ÇOK GÜZEL TESBİTLER VAR, DOĞRUYLA YANLIŞI AYIRACAK ZEKA KAPASİTESİNDEKİ HERKEZE TAVSİYE EDERİM.
MÜKEMMEL BİR ANLATIM MUTLAKA OKUNMALI

Osho - Ego 

Ego hep yüksek dağları ister, küçük tepelerde rahat etmez…

Hatta, bu bir eziyet olsa dahi, o bir tepecik değil Everest olmalıdır. Mutsuzluk, perişanlık sıradan olmamalıdır. Ego, sefaletinizin de olağanüstü olmasını arzular! İnsanlar sebepsiz yere büyük problemler yaratmaya devam ediyorlar. Bugüne kadar binlerce insanla onların problemleri üzerine konuştum ve gerçek bir sorunla henüz karşılaşmadım. Tüm problemler yapmacık, uydurma -onlar olmadan kendini bomboş hissettiğinden, onları sen yaratıyorsun. Onlarsız yapacak bir şeyin yok, kavga edecek biri, gidecek bir yer yok. Bir gurudan diğerine, bir ustadan diğerine, bir psikiyatristten diğerine, bir gruptan diğerine… Aksi halde kendini boşlukta hisseder aniden hayatın anlamsızlaştıgını görürsün. Hayatın nasıl zor birşey olduğunu, büyüdüğünü hissetmek için sürekli problemler yaratır ve onlarla ölesiye mücadeleye girişirsin. Ego sadece mücadelenin olduğu yerde vardır -bunu hatırla; sadece kavga ederken. Şayet sana “Gidip üç sinek öldür, aydınlanacaksın” desem, bana asla inanmazsın: “Üç sinek!’’ Bu kadar kolay olmamalı. Bu akılcı görünmüyor… Halbuki “yedi yüz aslan öldürün” demiş olsam, bundan çok daha fazla hoşlanırdın. Daha büyük problem, daha büyük mücadele… ki bu mücadele yoluyla egon büyür, yükseklere süzülür… Sen problemleri yaratırsın. Problemler mevcut değildir. Din adamları ve psikanalistler ve gurular -onlar çok mutlular, çünkü tüm ticaretleri sadece sana bağlı. Sen bir hiçten tepeler yaratıp, sonrada bu tepeleri yüksek dağlara dönüştürmesen, sana yardım edecek olan gurunun işlevi ne olacaktı? Önce yardım alabilecek bir şekle gelmelisin! Gerçek ustalar ise başka bir şey söylüyorlar. Onlar “Lütfen ne yaptığına bir bak, yaptıklarının anlamsızlığına bir bak. Önce bir problem yaratıyor, sonra ona çözüm arayışlarına girişiyorsun. Sadece neden bu problemleri yarattığına bak, işin en başı; problemi oluşturmaya başladığın nokta çözümün ta kendisidir – yani onu hiç yaratmamak” diyorlar. Ancak bu sana hiç hitap etmeyecektir. Yapacak bir şey, mücadele yoksa aydınlanma da yok ! Satori ? Samadhi? Hiç biri yok! Çok derin bir huzursuzluk ve boşluk… Bunu artık ne ile dolduracaksın? Senin hiçbir sorunun yok; sadece bu anlaşılmalıdır. Çünkü bunu anladığın anda yaratıcısı olduğun tüm problemlerinden sıyrılabilirsin. Onlara başka bir şekilde bak, daha derinden bir bakış onları küçültecektir. Bakmaya devam et, onlar da azar azar yok olmaya başlayacaklardır.Gözünü dikip bakmaya devam edersen ansızın orada hiçbir şey olmadığını göreceksin. Sadece boşluk… seni saran hoş bir boşluk. Yapacak bir şey yok, olacak bir şey yok çünkü zaten sen o’sun. Aydınlanma başarılması gereken bir şey değildir, o sadece yaşanılacak bir şeydir. Ben sana “aydınlanmayı başardım” dediğimde kastettiğim şey onu yasamaya karar vermiş olduğumdur. Artık tamam! Ve o andan itibaren onu yaşamaya başlarım. O, artık problem yaratmakla ilgilenmemeye karar vermektir, hepsi bu kadar! O artık anlamsız problemler ve çözümleriyle uğraşmaya son vermektir. Tüm bu anlamsız isler senin kendinle oynadığın bir oyundur. Sen kendin saklanıyor ve sen kendin arıyorsun, her iki taraf da sensin. Ve bunu bil! Bunu söylediğimde gülme, bu gülünç bir şey değil, onu anla! Bu senin kendi oyunun, kendin saklanıyor ve yine kendinden, kendini arayıp bulmasını bekliyorsun. Kendinizi hemen şimdi bulabilirsin çünkü saklanan sensin. Ne zaman birisi gelip de “ben bir Buda olmak istiyorum” derse bu son derece anlamsızdır: O bir Buda. Bir Buda gelip “ben nasıl Buda olurum” diyorsa benim ne yapmamı bekliyorsun. ” Sen kimi kandırıyorsun, sen Budasın! derim… Kendine gereksiz sorunlar yaratma. Onları nasıl büyüttüğünü, onları topaç gibi nasıl daha hızlı, daha hızlı çevirdiğini anlamak seni aydınlatacaktır. Ve ansızın tüm mutsuzluklarının üstüne çıkacaksın. Dünyanın tüm şefkatiyle birlikte… Ego problemler ister. Şayet bunu bir anlarsan, bir kez derinden kavrarsan dağlar önce tepeciklere dönüşüp sonra da tamamen yok olacaklardır. Ve aniden bir boşluk oluşur; her yandan katıksız bir boşluk. Bu aydınlanmanın ne olduğudur - hiçbir problem olmadığının derinden anlaşılması. Çözülecek bir problem olmadan ne yapacaksın? Hemen yaşamaya başlarsın. Yiyeceksin, uyuyacaksın, seveceksin, sohbet edeceksin, şarkı söyleyeceksin, dans edeceksin. Yapacak başka ne var ki? Bir tanrı oldun ve yasamaya başladın! Şayet insanlar biraz dans edebilseler, biraz daha şarkı söyleyebilseler, biraz daha çılgın olabilseler, enerjileri daha fazla akacak ve problemleri azar azar yok olacak. Bundan dolayı dans etmenin üzerinde bu kadar duruyorum. Sonuna kadar dans et, bırak tüm enerjin dans haline gelsin ve göreceksin ki başın yok ! Başındaki tüm sıkışıp kalmış enerjiler; hoş resimler ve figürler olarak etrafında hareket ediyor. Ve dans ederken öyle bir an gelir ki, vücudun artık kati bir madde değildir, elastik akışkan bir hale dönüşmüştür. Ve dans ederken öyle bir an gelir ki, sınırların artık belirgin değildir, eriyip kosmosla birleşmekte ve tüm sınırlar birbiriyle karışmaktadır. Artık herhangi bir problem yaratamazsın. Yasa, dans et, ye. Uyu ve bunları mümkün olan tüm bütünlüğünle yap. Ve tekrar tekrar hatırla ki, her ne zaman kendini bir problem yaratırken yakalarsan, onu bırak. Hemen!.


_____________________________________________________________________________________________

 

Osho - Aşık olmak

 

Aşk bir ilişki değildir. Aşk bir varoluş durumudur ve bir başkasıyla hiçbir ilgisi yoktur. İnsan aşık olmaz, insan aşk olur. Ve tabii insan aşk olduğu zaman aşık da olur. Ama bu bir sonuçtur, bir yan üründür; kaynak değil. Kaynak, insanın aşk olmasıdır.

Peki, kim aşk olabilir? Doğal olarak, eğer kim olduğunun farkında değilsen, aşk olamazsın. Korku olursun. Korku, aşkın tam karşıtıdır. Unutma, insanların düşündüğü gibi aşkın ve sevginin karşıtı nefret değildir. Nefret, amuda kalkmış aşktır, aşkın karşıtı değil. Aşkın gerçek karşıtı korkudur. İnsan sevgiyle büyür, korkuyla küçülür. İnsan, korku olunca kapanır, sevgide açılır. İnsan, korkuda şüphe duyar, sevgide güvenir. İnsan korkuda yalnız kalır, sevgide ise kaybolur; o yüzden de yalnızlık gibi bir durum söz konusu olmaz. Eğer insan yoksa, nasıl yalnız olabilir? Çünkü sevgi varken bütün bu ağaçlar, kuşlar, bulutlar, güneş ve yıldızlar senin içindedir. Aşk, kendi içindeki gökyüzünün farkına vardığın zaman yaşanır.

Küçük bir çocukta korku yoktur; çocuklar korkusuz doğmuştur. Eğer toplum onlara yardımcı olup, korkusuz kalmalarını sağlayabilirse; ağaçlara, dağlara tırmanmalarına, okyanuslarda ve nehirlerde yüzmelerine yardım edebilirlerse… Eğer toplum onların maceraperest olmaları ve bilinmeyenin peşinde koşmaları için elinden gelen her türlü katkıyı yapabilirse; eğer toplum küçük çocuklara ölmüş inançlar aşılamak yerine onlarda büyük bir merak duygusu yaratabilirse… O zaman çocuklar büyük âşıklara dönüşür, hayat âşıklarına dönüşürler. Ve gerçek din budur. Sevgiden daha yüksek bir din yoktur.

Meditasyon yap, dans et, şarkı söyle ve kendi gönlünün derinliklerine dal. Kuşların ötüşünü daha dikkatli dinle. Çiçeklere hayranlıkla, hayretle bak. Bilgili olmaya çalışma, her şeyi etiketlemeye çalışma. Bilgililiğin aslı, her şeyi etiketleyip, kategorize etme sanatıdır. İnsanlarla tanış, insanlarla kaynaş, mümkün olduğunca fazla insanla birlikte ol çünkü her bir insan tanrının başka bir yüzünü ifade eder. İnsanlardan öğren. Korkma, bu varoluş senin düşmanın değil. Bu varoluş senin ana kaynağın. Bu varoluş seni her yoldan desteklemeye hazırdır. Güvendiğin zaman içinde bir enerjinin yükseldiğini hissedeceksin. Bu enerji sevgidir. Bu enerji tüm varoluşu kutsamak ister çünkü o enerjinin içinde insan kendini kutsanmış hisseder. Ve eğer sen kendini kutsanmış hissediyorsan, bütün varoluşu kutsamaktan başka ne yapabilirsin?

Sevgi, bütün varoluşu kutsamak için duyulan derin arzudur. ____________________________________________________________________________________________

Osho - Coşku

 

Bir gerçeklik olabilir. Senin toplum dediğin, medeniyet dediğin, kültür dediğin, eğitim dediğin şu hastalığın çok ince bir yapısı vardır. Yapı şudur; o sana sembolik fikirler verir, bu sayede gerçek yavaş yavaş bulutlanır, bulutlu hale gelir, gerçeği göremezsin ve gerçek olmayana bağlanırsın. Örneğin, toplum sana hırslı olmayı öğretir; hırslı olmana yardım eder. Hırs, umut içerisinde yaşamak demektir, yarında yaşamak demektir. Hırs, bugünün yarın için kurban edilmesi demektir. Bugün, mevcut olan her şeydir; şimdi senin var olduğun, her zaman var olacağın yegâne zamandır. Yaşamak istersen ya şimdi olacaktır ya da asla olmayacaktır. Fakat toplum seni hırslı yapar. Çocuklukta, okula gittiğinde ve hırs sana öğretildiğinde zehirlendin; zengin ol, güçlü ol, bir şey ol. Hiç kimse sana asla zaten mutlu olma gücüne sahip olduğunu söylemez. Herkes sana, sadece belirli koşulları yerine getirdiğinde — yeterli paraya, büyük bir eve, büyük bir arabaya, şuna ve buna sahip olduğunda — mutlu olma gücüne sahip olduğunu söyler, ancak o zaman mutlu olabilirsin. Mutluluğun bu şeylerle hiçbir alakası yoktur. Mutluluk edinilen bir şey değildir, o senin doğandır. Hayvanlar hiç parası olmadan mutludur. Onlar Rockefeller’ler değildir. Ve hiçbir Rockefeller de bir geyik ya da bir köpek kadar mutlu değildir. Hayvanların politik bir gücü yoktur — başbakan ve başkan değildirler — ama mutludurlar. Ağaçlar mutludur, yoksa çiçek açmayı keserlerdi. Hâlâ çiçek açıyorlar; hâlâ bahar geliyor. Hâlâ dans ediyorlar, hâlâ şarkı söylüyorlar; onlar hâlâ kendi varlıklarını ilahî olanın ayakları altına seriyorlar. Onların duası süreklidir, onların ibadeti hiç durmaz. Ve onlar herhangi bir kiliseye gitmezler; buna gerek yok. Tanrı onlara gelir. Rüzgârda, yağmurda, güneşte Tanrı onlara gelir. Sadece insan mutlu değil çünkü insan gerçekle değil, hırsla yaşar. Hırs bir hiledir. O, zihnini başka bir yöne çekmek için bir hiledir. Sembolik hayat, gerçek olanın yerine geçmiştir. Bunu hayatta gözlemle.


Anne çocuğu, onun istediği kadar sevemez çünkü anne kendi kafasında takılıp kalmış durumdadır. Hayatı, tatmin olmuş bir hayat değildir. Hayatı tam bir felaket olmuştur. Çiçek açmaya muktedir olamamıştır. Hırs içerisinde yaşamıştır. Erkeğini kontrol etmeye, ona sahip olmaya çalıştı. Kıskanç oldu. Sevgi dolu bir kadın olamadı. Eğer sevgi dolu bir kadın olamamışsa, nasıl çocuğuna karşı ansızın sevgi dolu olabilir? R. D. Laing’in bir kitabını okuyordum. Bana Hayatın Gerçekleri (The Facts of Life) kitabını yollamıştı. Kitapta, bir psikanalizcinin pek çok anneye, “Çocuğunuz doğacakken, gerçekten onu buyur eden bir ruh halinde miydiniz, çocuğu kabul etmeye hazır mıydınız?” sorusunu sorduğu bir deneye atıfta bulunuyor yazar. Bir anket düzenlemiş. İlk soru: “Çocuk kazara mı oldu, yoksa çocuğu arzuladınız mı?” Yüzde doksan kadın, “Kaza ile oldu; arzulamamıştık onu,” demiş. Sonraki soru: “Hamilelik olduğunda şüpheleriniz var mıydı? Çocuğu istediniz mi, yoksa kürtaj mı olmak istediniz?” Çoğu, haftalarca çocuğa sahip olmak mı, yoksa kürtaj mı yaptırmak konusunda emin olamadıklarını söylemiş. Sonra da karar vermeden çocuk doğar. Belki başka kaygıları vardı; belki dinî kaygılar … günah yazılabilir, cehennemlik olabilir. Katolik olabilirler ve kürtajın bir cinayet olduğu fikri onları durdurmuş olabilir. Ya da belki toplumsal kaygılar olabilir. Ya da kocası çocuğu istemiştir ya da onlar çocuğu kendi egolarının bir devamı olarak istemişlerdir. Ancak, çocuk öldürülmemiştir. Çok ender olarak bir anne, “Evet, çocuğumu buyur ettim. Onu bekliyordum ve mutluydum,” demiştir. Şimdi istenmeyen bir çocuk doğmuş oldu; ta en başından beridir anne ona sahip olmak ya da olmamak konusunda şüphe içerisindeydi. Bunun yansımaları olmak zorundadır. Çocuk bu gerginlikleri hissetmiş olmalı. Anne çocuğu aldırmayı düşündüğünde, çocuğun kalbi kırılmış olmalı. Çocuk annenin, bedeninin bir parçasıdır; her titreşim çocuğa ulaşır. Ya da anne düşündüğünde ve emin olamadığında, ne yapması ne yapmaması konusunda muallakta kaldığında, çocuk da bir titreme, sarsılma hisseder; o, ölüm ile yaşam arasında asılı duruyor. Sonra bir şekilde çocuk doğuyor ve anne de onun bir kaza sonucu olduğunu düşünüyor; doğum kontrolünü denediler — onu bunu denediler ve başarısız oldu ve çocuk ortaya çıktı — o yüzden birisinin buna hoşgörü göstermesi gerekiyor. Bu hoşgörü sevgi değildir. Çocuk da en başından beri sevgiye özlem duyuyor. Ve anne de suçluluk hissediyor çünkü doğal olduğunda verebileceği kadar çok sevgi vermiyor. O yüzden onun yerine başka bir şey koyar. Çocuğu çok fazla yemeye zorlar. Çocuğun ruhunu çok fazla sevgiyle dolduramaz; o da çocuğun bedenini tıka-basa doldurur. Bu, yerine başka bir şey koymadır. Gidip görebilirsin. Anneler o kadar takıntılıdır ki. Çocuk “Aç değilim,” der ve anneler zorlamaya devam eder. Onların çocukla hiçbir ilgisi yoktur, çocuğu dinlemezler. Onlar bir şeyi başka bir şeyle değiştiriyorlar; sevgi vermezler, o yüzden yemek veriyorlar. Sonra çocuk büyür; sevemezler, o yüzden para verirler. Para sevginin yerine geçer. Ve çocuk da paranın sevgiden daha önemli olduğunu öğrenir. Eğer sevgin yoksa korkulacak bir şey yoktur ama paran olmak zorundadır. Hayatta açgözlü olacaktır. Bir manyak gibi paranın peşinden koşacaktır. Sevgiyi umursamayacaktır. “Her şeyin bir sırası vardır. Önce bankada büyük bir hesabım olmalı. Şu kadar param olmalı; ancak o zaman sevgiye gücüm yeter,” diyecektir. Şimdi, sevginin paraya ihtiyacı yoktur; olduğun halinle sevebilirsin. Ve şayet sevginin paraya ihtiyacı olduğunu düşünür ve paranın peşine düşersen, bir gün paran olabilir ve sen ansızın kendini boş hissedersin çünkü tüm bu yılları para biriktirmekle harcadın. Ve onlar sadece harcanmış değildir; tüm bu yıllar sevginin olmadığı yıllardı, o nedenle sevgiyi yaşayamadın. Şimdi para vardır ama sen nasıl seveceğini bilmiyorsun. Hissetmenin lisanını, sevginin lisanını, coşkunluğun lisanını unutmuş haldesin. Evet, güzel bir kadını satın alabilirsin ama sevgi bu değildir. Dünyadaki en güzel kadını satın alabilirsin ama sevgi bu değildir. Ve o seni sevdiği için gelmiyor; o sana banka hesabın yüzünden geliyor. Para bir semboldür. Güç, siyasi iktidar bir semboldür. Saygınlık bir semboldür. Bunlar gerçeklikler değildir; bunlar insanların yansıtmalarıdır. Bunlar amaçlar değildir; onların maddeselliği yoktur. Onlar mevcut değildir, onlar sadece mutsuz bir zihnin yansıttığı rüyalardır. Coşkun bir halde olmak istersen, sembolik olanın dışına çıkmalısın. Sembolik olandan özgürleşmek demek, toplumdan özgürleşmektir. Sembolik olandan özgürleşmek, bir birey haline gelmektir. Sembolik olandan özgürleşmek için gerçek olanın içine girme cesareti gösterdin. Ve sadece gerçek gerçektir; sembolik olan gerçek değildir.
____________________________________________________________________________________________
 

Osho - İlişkiler

 

Senin seks eylemin ve Tantra seksi temelde farklıdır. Senin seks eylemin rahatlamaktır; bu tıpkı rahatlatan bir hapşırık gibidir. Enerji dışarı atılır ve sen hafiflersin. Bu yok edicidir, yaratıcı değildir. O iyidir, tedavi gibidir. Onun rahatlaman için yardımı olur ama daha fazlası olmaz. Tantra seksi temelde taban tabana zıddıdır ve farklıdır. O rahatlatıcı değildir; o, enerjiyi dışarı atmak için değildir. O boşalmadan, enerjiyi dışarı atmadan eylemin içinde kalmaktır, eylemin içinde erimiş halde kalmaktır: Sadece eylemin sonunda değil, başlangıcındasın. Bu, niteliği değiştirir; tüm nitelik, o zaman tamamıyla farklıdır. İki şeyi anlamayı çalış. İki çeşit zirve, iki çeşit orgazm vardır. Bir çeşit orgazm bilinir. Heyecanın zirvesine ulaşırsın, o zaman daha ileriye gidemezsin: Son gelmiştir. Heyecan, istem dışı hale ulaşacağı bir noktaya gelir. Enerji içine zıplar ve dışarı çıkar. Sen ondan kurtulursun, hafiflersin. Yük atılmıştır; rahatlayıp uyuyabilirsin. Sen onu uyku hapı gibi kullanıyorsun. O doğal bir uyku hapıdır: Şayet zihnin din tarafından doldurulmadıysa, iyi bir uyku takip edecektir. Aksi takdirde uyku hapı bile mahvedilmiştir. Şayet zihnin din ile tıkıştırılmadıysa, sadece o zaman seks rahatlatıcı bir şey olabilir. Şayet suçluluk hissedersen, uykunda bile rahatsız olursun. Bunalıma gireceksin. Kendini suçlamaya başlayacaksın ve bir daha günah işlemeyeceğin için yeminler etmeye başlayacaksın. O zaman uykun, sonrasında bir kâbusa dönüşecek. Şayet din ve ahlak tarafından çok fazla doldurulmamış doğal bir varlıksan, sadece o zaman seks bir uyku hapı olarak kullanılabilir. Bu, heyecanın zirvesine ulaşmak, orgazmın bir çeşididir. Tantra başka türden bir orgazma odaklanır. İlk türdeki orgazmı bir zirve olarak adlandıracak olursak, Tantra orgazmını bir vadi orgazmı olarak adlandırabilirsin. Onun içinde heyecanın zirvesine değil, rahatlamanın çok derin vadilerine ulaşıyorsun. Heyecan, her ikisi için de başlangıçta kullanılmalıdır. Bu yüzden başlangıçta onların aynı olduğunu ama sonlarının tamamıyla farklı olduğunu söylüyorum. Heyecan her ikisi için de kullanılmalıdır. Ya heyecanın doruğuna doğru gidiyorsun ya da rahatlamanın vadisine. İlki için heyecan yoğun olmalıdır; daha çok ve daha da çok yoğun. Onun içinde gelişmelisin, onun zirveye doğru gelişmesi için yardımcı olmalısın. İkincisi için heyecan, sadece bir başlangıçtır. Ve bir kez erkek girdiğinde, her iki sevgili de rahatlayabilir. Hiç harekete ihtiyaç yoktur. Onlar sevgi dolu bir kucaklaşmayla rahatlayabilirler. Erkek ya da kadın ereksiyonun azaldığını hissettiğinde, sadece o zaman biraz hareket ve heyecan gerekir. Fakat o zaman yine gevşe. Bu derin kucaklaşmayı saatler boyunca, boşalma olmadan uzatabilirsin ve her ikiniz de birlikte derin bir uykuya dalabilirsiniz. Bu bir vadi orgazmıdır. Her iki taraf da gevşer ve onlar iki rahatlamış varlık olarak buluşur. Sıradan cinsel orgazmda siz iki heyecanlı varlık olarak buluşursunuz; gergin, heyecan dolu, kendinizi hafifletmeye çalışır halde. Sıradan cinsel orgazm delilik gibi gözükür; Tantra orgazmı derin, rahatlık veren bir meditasyondur. Bunun farkında olmayabilirsin ama erkek ve kadının zıt kuvvetler olması biyolojik bir olgu, bir biyoenerji olgusudur. Negatif-pozitif, yin-yang ya da ona ne dersen de, onlar birbirine meydan okur. Ve onlar derin bir rahatlamanın içinde, birbiri ile buluştuğunda, birbirini yeniden canlandırırlar. Onların her ikisi de birbirini canlandırır, onlar jeneratör haline gelir, her ikisi de daha canlı hisseder; onlar yeni enerji ile ışıldarlar ve hiçbir şey kaybedilmez. Sadece zıt kutupla buluşmak sayesinde enerji yenilenir. Tantra sevişmesi istediğin kadar yapılabilir. Sıradan seks eylemi istediğin kadar yapılamaz çünkü onda enerji kaybediyorsun ve bedenin, onu yeniden elde edene kadar beklemek zorunda kalacaksın. Ve onu yeniden kazandığında, onu yeniden kaybedeceksin. Bu çok saçma görünüyor. Tüm yaşam elde etmek ve kaybetmek, yeniden elde etmek ve yeniden kaybetmekle harcanır: Bu takıntı gibidir. İkinci olarak şu hatırlanmalıdır: Fark etmiş ya da fark etmemiş olabilirsin, hayvanlara baktığında onların seksten zevk aldığını asla göremezsin. İlişkide zevk almıyorlardır. Babunlara, maymunlara, köpeklere ya da herhangi türden bir hayvana bak. Onların seks eyleminde mutlu hissettiklerini ya da keyif aldıklarını göremezsin, göremezsin. Sadece mekanik bir eylem gibi, doğal bir kuvvet onları birbirine itiyormuş gibi görünür. Şayet maymunları ilişki halinde gördüysen, ilişkiden sonra onlar ayrılacaktır. Yüzlerine bak: Hiçbir mutluluk yoktur, sanki hiçbir şey olmamış gibidir. Enerji kendisini dayattığında, enerji çok fazla olduğunda, onlar onu atar. Sıradan seks eylemi tıpkı böyledir. Fakat ahlakçılar tam tersini söylemektedir. Onlar, “Zevk alma, kendini bırakma,” derler. Onlar, “Hayvanlar bunu yapar,” derler. Bu yanlıştır! Hayvanlar asla keyif almaz; sadece insan keyif alabilir. Ve ne kadar derinlemesine zevk alırsan, doğacak olan insanlık çok daha yüksek bir tür olacaktır. Ve şayet senin cinsel eylemin meditasyon, mutluluk haline gelebilirse, en yüksek olana temas edilir ancak. Tantra’yı hatırla: O bir vadi orgazmıdır, o bir doruk deneyimi değildir. O bir vadi deneyimidir! Batı’da Abraham Maslow, bu doruk deneyim tabirini meşhur etmiştir. Sen zirveye doğru, heyecanın içine girersin ve sonra da düşersin. Bu yüzden her cinsel eylemden sonra bir düşüş hissedersin. Ve bu doğaldır: Sen bir zirveden düşüyorsun. Bir Tantra cinsel deneyiminden sonra asla bunu hissetmeyeceksin. O zaman sen düşmüyorsun. Sen daha fazla düşemezsin çünkü sen vadidesin, tersine sen yükseliyorsun. Bir Tantrik seks eyleminden geri döndüğünde yükselmişsindir, düşmemişsindir. Enerjiyle dolmuş, daha canlı, daha yaşam dolu, ışıltılı hissedersin. Ve bu esrime saatlerce, hatta günlerce sürecektir. Bu, senin, onun ne kadar derinlemesine içinde olduğuna bağlıdır. Şayet onun içine girersen er ya da geç, boşalmanın enerjiyi harcamak olduğunu fark edeceksin. Çocuğa ihtiyaç duymadığın sürece buna gerek yoktur. Ve bir Tantra seksi deneyimi ile tüm gün boyunca derin bir rahatlama hissedeceksin. Tek bir Tantra seks deneyimi ve günlerce rahatlamış hissedeceksin: Yuvada, öfkesiz, bunalımsız, şiddetsiz, dingin. Ve bu çeşit insan asla başkaları için bir tehlike değildir. Yapabilirse başkalarının mutlu olmasına yardım edecektir. Şayet yapamazsa, en azından hiç kimseyi mutsuz kılmayacaktır. Sadece Tantra yeni bir erkek yaratabilir ve bu adam zamansızlığı, egosuzluğu bilebilir ve varoluşla derin bir bölünmenin olmama hali gelişebilir. ____________________________________________________________________________________________

Osho-Sevgi olma hali

 

C. S. Lewis sevgiyi iki türe ayırır: “ihtiyaç-sevgi” ve “armağan-sevgi.” Abraham Moslow da sevgiyi iki türe ayırır. Birincisini “yoksunluk-sevgi” olarak adlandırır ve ikincisine de, “varlık-sevgi.” Aradaki ayrım önemlidir ve anlaşılması zorunludur.’, ‘ “


Bir çocuk doğdu; o, anneye bağımlıdır. Onun anneye karşı sevgisi “yoksunluk-sevgi”dir; onun anneye ihtiyacı vardır, anne olmadan hayatta kalamaz. Anneyi sever çünkü anne onun hayatıdır. Gerçekte o, sevgi değildir; her kim onu korursa, her kim onun hayatta kalmasına yardım ederse, her kim onun ihtiyaçlarını doyurursa, kim olursa olsun o kadını sevecektir. Anne onun yediği bir çeşit besindir. O, anneden sadece süt değil, aynı zamanda sevgi de alır ve bu da bir ihtiyaçtır. Milyonlarca insan hayatlarında bir çocuk olarak kalırlar; hiç büyümezler. Yaş olarak büyürler ama zihinlerinde hiç büyümezler; psikolojileri çocukça kalır, olgunlaşmaz. Onlar her zaman sevgiye ihtiyaç duyarlar, ona bir besinmiş gibi özlem duyarlar. İnsan ihtiyaç duymaktansa sevmeye başladığı anda olgunlaşır. Onun içinden bir şey taşmaya başlar, paylaşmaya başlar; vermeye başlar. Önemsenen şey tamamıyla farklıdır. İlkinde önemli olan nasıl daha fazlasının elde edileceğidir. İkincisinde ise önemli olan nasıl verileceği, nasıl daha çok verileceği ve nasıl koşulsuzca verileceğidir. Bu, büyümenin, olgunluğun sana gelmesidir.


Olgun bir kimse verir. Yalnızca olgun bir kişi verebilir çünkü sadece olgun bir kişi ona sahiptir. O zaman sevgi bağımlı değildir. O zaman diğeri olsa da olmasa da seviyor olabilirsin. O zaman sevgi bir ilişki değildir, o bir durumdur. Etrafta onun kıymetini bilecek, onun taze kokularını duyacak, çevreden geçerken “ne güzel” diyecek, onun güzelliğini tadacak, keyfini çıkartacak, çiçeğin başına bir şey geldiğinde bunu paylaşacak hiç kimsenin olmadığı ormanın derinliklerinde bir çiçek açtığında ne olur? Ölür mü? Acı çeker mi? Panikler mi? İntihar eder mi? Açmaya devam eder, basitçe açmaya devam eder. Etraftan birilerinin geçip geçmemesi fark etmez; bu, konu dışıdır. O, mis kokularını rüzgâra yaymaya devam eder. O, coşkusunu Tanrıya, bütüne sunmaya devam eder. Tek başımayken de, o zaman da sizlerle olduğum zamanki kadar sevgi dolu olacağım. Sevgimi yaratan sizler değilsiniz. Sevgimi yaratan sizler olsaydınız, o zaman doğaldır ki siz gittiğinizde benim sevgim de gitmiş olacaktır. Benim sevgimi siz çekip dışarı çıkartmıyorsunuz, ben onu sizin üzerinize yağdırıyorum; “armağan-sevgi” budur, “varlık-sevgi” budur.


Ve, C. S. Lewis ve Abraham Moslow ile pek de aynı fikirde değilim. Bahsettikleri ilk “sevgi” sevgi değildir, ihtiyaçtır. Bir ihtiyaç nasıl sevgi olabilir? Sevgi lüks bir şeydir. O bolluktur. Yaşamla öylesine dolup taşarsın ki onunla ne yapacağını bilemezsin, o yüzden paylaşırsın. Yüreğinde o kadar çok şarkı vardır ki onları söylemek zorunda kalırsın; birisinin dinlemesinin konuyla ilişkisi yoktur. Kimse dinlemese bile, o zaman da şarkını söylemek zorunda kalacaksın, dansını etmek zorunda kalacaksın. Diğeri onu alabilir, diğeri onu kaçırabilir ama söz konusu olan sen olduğunda o akıyor; o taşıyor. Nehirler senin için akmaz; onlar sen orada olsan da olmasan da akıyor. Onlar senin susuzluğun için akmıyor, onlar senin susuz kalmış tarlaların için akmıyor; onlar basit bir şekilde orada akıyorlar. Susuzluğunu giderebilirsin, kaçırabilirsin; sana kalmış. Nehir gerçekte senin için akmıyordu; nehir sadece akıyordu. Tarlan için su alabilmen sadece rastlantısal, ihtiyaçların için su elde edebilmen rastlantısal. Birisine tabi olduğunda her zaman ıstırap vardır. Birisine bağımlı olduğun anda berbat hissetmeye başlarsın çünkü bağımlı olmak köleliktir. O zaman alttan alta intikam almaya başlarsın çünkü bağımlı olduğun kişi, senin üzerinde güç sahibi olmaya başlar. Kimse başka birisinin kendisi üzerinde güç sahibi olmasını istemez, kimse bağımlı olmak istemez çünkü bağımlılık özgürlüğü katleder. Ve sevgi bağımlılıkta çiçek açamaz; sevgi özgürlüğün bir çiçeğidir. Onun boşluğa ihtiyacı vardır, onun tam bir boşluğa ihtiyacı vardır. Diğerinin ona karışmaması gereklidir. O çok hassastır.


Bağımlı olduğunda diğer kişi kesinlikle sana hükmedecektir ve sen de ona tahakküm etmeye çalışacaksın. Sözde sevgililer arasında sürüp gitmekte olan kavga budur. Onlar sürekli kavga halindeki yakın düşmanlardır. Karılar ve kocalar; ne yapıyorlar? Sevmek çok nadir; kavga etmek kaide, sevmekse istisna. Ve her yoldan tahakküm etmeye çalışıyorlar; hatta sevgi aracılığıyla bile tahakküm etmeye çabalıyorlar. Koca karısından istediğinde, karısı onu reddeder, isteksizdir. Çok cimridir: Verir ama gönülsüzce; onun etrafında kuyruğunu sallayıp durmanı ister. Kadının ihtiyacı olduğunda ve adamdan istediğinde, kocası yorgun olduğunu söyler. Ofiste çok iş vardı, gerçekten aşırı düzeyde iş yükü var ve uyumak istiyor. Bunlar tahakküm etme yollarıdır, diğerini açlığa mahkûm etme, onu daha da aç bırakma yöntemleridir; bu sayede o, giderek daha çok bağımlı hale gelir. Elbette, kadınlar bu konuda erkeklerden daha çok diplomatiklerdir çünkü erkek zaten güçlü konumdadır. Onun güçlü olmak için ince ve kurnazca taktiklere gereksinimi yoktur, o güçlüdür. Parayı o yönetir; budur onun gücü. Kas gücü anlamında daha kuvvetlidir. Çağlar boyudur kadınların zihnini, kendisinin daha kuvvetli ve kadınlarınsa güçsüz olduğu şeklinde koşullandırmıştır.


Erkek hep, her açıdan kendisinden daha küçük kadınları bulmaya çalışmıştır. Bir erkek kendisinden daha iyi eğitim almış bir kadınla evlenmek istemez çünkü o zaman iktidarı tehlikeye düşer. Kendisinden daha uzun boylu bir kadınla evlenmek istemez çünkü uzun bir kadın daha üstün görünür. Çok entelektüel bir kadınla evlenmek istemez çünkü o karşı fikir öne sürer ve tartışma iktidarı ortadan kaldırabilir. Bir erkek çok ünlü bir kadın istemez çünkü o zaman ikinci plana düşer. Ve yüzyıllardır erkekler kendisinden daha genç bir kadın istemiştir. Neden karın senden yaşlı olamıyor? Yanlış olan ne? Ama daha yaşlı bir kadın daha deneyimlidir; bu, iktidarı yok eder.


Yani erkek her zaman daha küçük kadınlar istedi; bu nedenle kadınlar yüksekliklerini kaybettiler.


Onların erkeklerden daha düşük bir yerde olmaları için hiçbir neden yok, tek bir neden bile yok; yüksekliklerini kaybettiler çünkü sadece daha ufak kadınlar her zaman seçildi. Yavaş yavaş bu şey, zihinlerinin öylesine derinine işledi ki yüksekliklerini yitirdiler. Zekâlarını kaybettiler çünkü zeki bir kadına ihtiyaç duyulmadı; zeki bir kadın bir hilkat garibesiydi.


Sadece bu yüzyılda onların boylarının tekrar uzamakta olduğunu bilmek seni şaşırtacaktır. Kemikleri bile büyüyor, iskelet büyüyor. Sadece elli yılda... Özellikle de Amerika’da. Ve, onların beyinleri de gelişiyor ve eskiden olduğundan daha büyük hale geliyor, kafatası büyüyor. Kadınların özgür olması düşüncesiyle birlikte bazı çok derin koşullanmalar ortadan kalkmış oldu. Erkek zaten güce sahip olduğu için çok akıllı olmaya ihtiyaç duymadı, çok dolaylı olmaya gerek duymadı. Kadın güce sahip değildi. Güce sahip değilken daha çok diplomatik olmak zorunda kalırsın; bu, onun yerine geçer. Kendilerini güçlü hissetmelerini sağlayacak tek yol kendilerine ihtiyaç duyulmasıdır, erkeğin devamlı onlara ihtiyaç duymasıdır. Bu sevgi değil, bu bir pazarlık ve onlar devamlı sıkı pazarlık halindeler. Bu hiç bitmeyen bir mücadele.


C. S. Lewis ve Abraham Moslow sevgiyi ikiye ayırır. Ben ikiye ayırmıyorum. Ben diyorum ki ilk türden olan sevgi sadece bir isim, sahte bir para; hakiki değil. Yalnızca ikinci türden sevgi, sevgidir.


Sevgi sadece sen olgunsan gerçek olur. Sadece bir yetişkin olduğunda sevmeye muktedir olursun. Sevginin bir ihtiyaç değil, bir dolup taşma olduğunu anladığında — “varlık-sevgi” ya da “armağan-sevgi” — o zaman, hiçbir koşul yokken onu verebilirsin.


İlk türden sözde sevgi kişinin başkasına olan derin ihtiyacından gelirken, “armağan-sevgi” ya da “varlık-sevgi” olgun bir insandan diğerine, bolluktan taşar. Kişi onunla dolup taşar. Ona sahipsin ve o senin etrafında hareketlenmeye başlar, tıpkı bir lambayı yaktığında ışınların karanlığın içerisinde yayılması gibi. Sevgi, varlığın bir yan ürünüdür. Sen var olduğunda, etrafında sevgi auran olur. Sen yoksan, bu aura etrafında olmaz. Ve etrafını çevreleyen bu auraya sahip değilsen, diğerinden onu sana vermesini istersin.


Bunu tekrar edelim: Sende sevgi olmadığında, diğerinden onu sana vermesini istersin; sen bir dilencisin. Ve, diğeri de sana onu vermen için talepte bulunuyor. Şimdi, iki dilenci avuçlarını birbirlerine açıyor ve her ikisi de diğerinin ona sahip olduğunu umut ediyor… Doğal olarak her ikisi de sonuçta yenilgiye uğramış hissediyor, kandırılmış hissediyor.


İstediğin karı-kocaya sorabilirsin, istediğin sevgiliye sorabilirsin; her ikisi de kandırılmış hissediyor. Diğerinin sevgiye sahip olduğu senin fikrindi, şayet senin yanlış fikirlerin varsa onun suçu ne? Senin fikrin dağılmış oldu; diğeri senin fikrinin doğruluğunu kanıtlamadı, hepsi bu! Fakat, diğerinin senin beklentilerin doğrultusunda kendisini kanıtlaması için hiçbir zorunluluk yok. Ve sen diğerini kandırdın; onun hissettiği budur çünkü sevginin senden akacağını umut ediyordu. Her ikiniz de sevginin diğerinden akacağını umut ediyordunuz ve ikiniz de boştunuz; aşk nasıl gerçekleşsin? En iyi ihtimalle her ikiniz de beraberce mutsuz olabilirsiniz. Öncesinde sen tek başına mutsuzdun, ayrıydın; artık birlikte mutsuz olabilirsiniz. Ve unutma, ne zaman iki kişi birlikte mutsuz olursa bu basit bir toplama değil, bir çarpma işlemidir.


Tek başına hayal kırıklığı hissediyordun, şimdi birlikteyken de hayal kırıklığı hissediyorsun. Bunda iyi bir şey de vardır, artık sorumluluğu diğerinin üstüne atabilirsin; seni perişan eden o. Bu işin güzel tarafı bu. Rahatlayabilirsin. “Bende hiçbir sorun yok ama o…? Böyle bir eşle ne yapılabilir; dırdırcı, berbat? İnsan sefil olur elbet. Böyle bir kocayla ne yapılabilir ki; çirkin, başarısız?” Artık sorumluluğu diğerinin üstüne yıkabilirsin; bir günah keçisi buldun. Ama mutsuzluk kalır, katlanmış hale gelir. Şimdi bu paradoksaldır: Aşka düşenlerde hiç sevgi yok, bu yüzden âşık oluyorlar. Ve, hiç sevgileri olmadığından veremiyorlar. Ve başka bir şey daha; olgunlaşmamış bir kişi her zaman başka bir olgunlaşmamış kişiyle aşka düşer çünkü ancak o zaman birbirlerinin dillerini anlayabilirler. Olgun bir kimse, olgun bir kişiyi sever. Olgunlaşmamış bir kimse, olgunlaşmamış bir kişiyi sever. Karını ya da kocanı binlerce kez değiştirmeye devam edebilirsin, yine aynı tür kadını bulacaksın ve aynı perişanlık tekrar edilecek; değişik şekillerde ama aynı perişanlık tekrar edecek. Karını değiştirebilirsin ama sen değişmedin; şimdi yeni eşi kim seçecek? Sen seçeceksin. Seçim yine senin olgunlaşmamışlığından çıkacak. Aynı türden bir kadın seçeceksin yine.


Aşkın en temel problemi önce olgun hale gelmektir. O zaman olgun bir eş bulacaksın; o zaman olgunlaşmamış insanlar sana pek de cazip gelmeyecek. Bu aynen böyledir. Sen yirmi beş yaşındaysan iki yaşında bir bebeğe âşık olmazsın. Tıpkı bunun gibi, psikolojik olarak, manevi olarak olgun bir kişiysen eğer, bir bebeğe âşık olmazsın. Böyle bir şey olmaz. Bu olamaz, bunun anlamsız olacağını anlayabilirsin.


Aslında olgun kişi aşka düşmez, aşkta yükselir. Düşmek sözcüğü doğru değildir. Sadece olgunlaşmamış insanlar düşer; takılırlar ve aşktan aşağı düşerler. Bir şekilde becerip ayakta kalıyorlardı. Artık beceremiyorlar ve ayakta duramıyorlar; bir kadın bulurlar ve işleri biter, bir erkek bulurlar ve işleri biter. Onlar her zaman yere kapaklanmaya ve sürünmeye hazırdı. Onların omurgası, belkemiği yok; onların tek başına ayakta duracak sağlamlığı yok.


Olgun bir kişi tek başına kalacak sağlamlığa sahiptir. Ve olgun bir kişi sevgi verdiğinde, ona bir ip bağlamadan verir; o basitçe verir. Olgun bir kişi sevgi verdiğinde, onun sevgisini kabul ettiğin için sana minnet duyar; tersi değil. Senin onun için şükran duymanı beklemez; hayır, öyle olmaz, onun senin teşekkürüne ihtiyacı yoktur. O sana sevgisini kabul ettiğin için teşekkür eder. Ve, iki olgun insan birbirlerini sevdiğinde hayatın en muhteşem paradokslarından birisi, en güzel olaylarından birisi gerçekleşir: Onlar birliktedir ve bununla birlikte son derece tek başınadırlar. Onlar o kadar çok beraberdirler ki neredeyse bir olmuşlardır ama onların birliği, bireyliklerini yok etmez; aslında onu zenginleştirir, kendilerini daha çok birey yapar. Birbirini seven iki olgun insan, birbirlerine daha özgür olmaları için yardımcı olur. Araya politika, diplomasi, tahakküm etme çabası girmez. Sevdiğin bir kişiye nasıl hükmedebilirsin? Bunun üzerinde düşün; tahakküm etmek bir çeşit nefrettir, öfkedir, düşmanlıktır. Sevdiğin bir kişiye hükmetmeyi nasıl düşünebilirsin? O kişiyi tamamıyla özgür, bağımsız görmek istersin; ona daha çok bireysellik vereceksin. Bu yüzden onu en muhteşem paradoks olarak adlandırıyorum: Onlar o kadar birliktedir ki, neredeyse tektirler ama bu tekliğin içerisinde onlar hâlâ bireydir. Onların bireylikleri silinmemiştir; çoğalmıştır. Özgürlükler söz konusu olduğunda diğeri onun bireyliğine katkıda bulunmuştur. Olgunlaşmamış insanlar aşka düştüklerinde birbirlerinin özgürlüklerini yok ederler, bir tutsaklık yaratır, bir hapishane yaparlar. Birbirini seven olgun insanlar birbirlerine özgürleşmeleri için yardım eder; birbirlerine her türden tutsaklığı yok etmeleri için destek olurlar. Ve, sevgi özgürce aktığında güzellik vardır. Sevgi zorunlulukla aktığındaysa çirkinlik vardır.


Unutma, özgürlük sevgiden daha yüksek bir değerdir. Bu nedenle Hindistan’da nihai olana biz “moksha” deriz;moksha “özgürlük” demektir. Özgürlük sevgiden daha yüksek bir değerdir. O halde, şayet sevgi özgürlüğü yok ediyorsa buna değmez. Sevgiden vazgeçilebilir, özgürlük kurtarılmalıdır; özgürlük daha yüksek bir değerdir. Ve, özgürlük olmadan hiçbir zaman mutlu olamazsın, bu imkânsızdır. Özgürlük her erkeğin, her kadının özünde taşıdığı arzudur; mutlak özgürlük, kesin özgürlük. O yüzdendir ki kişi, özgürlüğü yok eden herhangi bir şeyden nefret etmeye başlar. Sevdiğin adamdan nefret etmiyor musun? Sevdiğin kadından nefret etmiyor musun? Nefret ediyorsun! Bu gerekli olan bir derttir, ona katlanmak zorundasın.Tek başına kalamadığın için birisiyle beraber olmayı becermek zorundasın ve diğerinin taleplerine ayak uydurmak zorundasın. Katlanmak, onları sineye çekmek zorundasın.


Sevgi — gerçekten sevgi olmak için — “varlık-sevgi” ya da “armağan-sevgi” olmak zorundadır. “Varlık-sevgi” bir sevgi olma hali demektir; evine vardığın zaman, kim olduğunu bildiğin zaman, o zaman, sevgi varlığından ortaya çıkar. O zaman güzel kokular etrafa yayılır ve onu başkalarına verebilirsin. Sahip olmadığın bir şeyi nasıl verebilirsin? Vermek için ilk ve temel koşul ona sahip olmaktır.
_________________________________________________________________________

Osho Istırabın Kökleri

Sefalet budur; bütünlüğümüzü, birlikteliğimizi yitiriyoruz. Tamamıyla merkezsiz kalıyoruz; sadece çeper. Ve doğal olarak da ahenksiz bir hayat perişan bir hal alacak, trajik olacak, bir şekilde taşınması gereken bir yük haline gelecek, ıstırap dolu olacak. En iyi ihtimalle kişi bu ıstırabı daha az sancılı yapabilir. Ve bin bir çeşit ağrı kesici mevcuttur. Yalnızca uyuşturucular ve alkol değil; sözde dinler de afyon olarak işlev görmüştür. İnsanları uyuşturur. Ve doğaldır ki tüm dinler uyuşturuculara karşıdır çünkü bizzat kendileri bu pazarda mal satıyor; onlar rakiplerine karşı çıkıyor. İnsanlar afyon kullanırsa dindar olmayabilirler; dindar olmaları için bir nedenleri kalmayabilir. Onlar afyonlarını buldular, neden dini önemsesinler ki? Ve afyon daha ucuzdur, daha az uğraşmaları gerekir. İnsanlar şayet esrar, LSD ve daha da rafine uyuşturucular kullanacak olursa dindar olmamaları çok normaldir çünkü din çok ilkel bir uyuşturucudur. Bu yüzden de tüm dinler uyuşturuculara karşıdır. Sebep onların gerçekten uyuşturucuya karşı olmaları değildir. Sebep uyuşturucuların rakip olmasıdır. Elbette insanların uyuşturucu kullanmaları engellenebilirse onlar eninde sonunda rahiplerin tuzağına düşeceklerdir çünkü bu elde kalan tek şeydir. Bu yüzden tekelleşme var. Bu sayede kendi afyonları piyasada tek kalır ve onun dışındakilerin hepsi yasadışı hale gelir. İnsanlar ıstırap içinde yaşıyor. Bundan kurtuluşun iki yolu var: Meditasyoncu haline gelebilirler; uyanık, farkında, bilinçli... Bu çetin bir şeydir. Cesaret ister. Ya da, daha ucuz olan yol ise, seni daha da çok bilinçsiz hale getirecek bir şey bulmaktır, böylece ıstırabı hissetmezsin. Kendini tamamen duyarsızlaştıracak, sarhoş edecek, ağrı kesecek bir şey bul. Bu şeyler seni öylesine bilinçsiz hale getirsin ki tüm huzursuzluğundan, mutsuzluğundan ve anlamsızlığından, bilinçsizliğinin içine seni kaçırsın. İkinci yol doğru olan değildir. İkinci yol ıstırabını biraz daha konforlu, biraz daha katlanılır, biraz daha rahat hale getirir. Ama sana bir yararı dokunmaz; seni dönüştürmez. Dönüşüm sadece meditasyonla gerçekleşir çünkü meditasyon seni farkında yapan yegane yöntemdir. Bana göre tek gerçek din meditasyondur. Tüm diğerleri hokus-pokustur. Ve afyonun farklı markaları vardır - Hıristiyanlık, Hinduizm, Müslümanlık, Jainizm, Budizm - ama bunlar sadece farklı markalardır. Kutusu ayrıdır ama içindeki aynıdır; hepsi de bir şekilde senin ıstırabına kendini uydurmana yardım eder. Benim tüm gayretim seni ıstırabının ötesine götürmektir. Istıraba uyum sağlamaya gerek yoktur; ıstıraptan tamamıyla özgürleşmek mümkündür. Ancak, o zaman yol biraz çetindir; o zaman yol bir meydan okumadır. Bedenin ve onunla ne yaptığının farkında olmalısın... Bir gün Buda sabah konuşmasını yapıyordu ve bir kral da onu dinlemeye gelmişti. Buda'nın tam önünde oturuyordu ve ayak başparmağını sürekli olarak hareket ettiriyordu. Buda konuşmasını durdurup kralın ayak başparmağına baktı. Buda adamın ayak başparmağına baktığında elbette kral onları oynatmayı durdurdu. Buda tekrar konuşmasına başladı ve kral tekrar başparmağını oynatmaya başladı. Buda sordu: "Neden böyle yapıyorsun?" Kral: "Sadece sen konuşmayı kesip ayak başparmağıma baktığında ne yaptığımın farkına vardım. Aksi takdirde bilincinde bile değildim." Buda şöyle dedi: "Bu senin başparmağın ve sen bilincinde bile değilsin... O zaman sen birisini bile öldürebilirsin ve farkında bile olmayabilirsin!" Ve tam da bu şekilde insanlar öldürüldü. Ve katil bilincinde değildi. Pek çok kere dava sırasında katiller cinayet işlediklerini kesin bir dille reddettiler. Başlangıçta yanıltmaya çalıştıkları düşünüldü ama son bulgular kandırmaya çalışmadıklarını gösterdi; tamamen bilinçsiz bir halde yapmışlardı. O an, o kadar nefret içerisinde, o kadar öfkeliydiler ki nefretleri onları ele geçirdi. Ve sen öfkeliyken bedenin sarhoş edici zehirler salgılar, kanın zehirlenir. Çfke içinde olmak geçici deliliktir. Ve kişi o anı tamamıyla unutacaktır çünkü farkında dahi değildi. Ve insanlar böyle aşık oluyorlar, birbirlerini öldürüyorlar, intihar ediyorlar ve her türlü şeyi yapıyorlar. Farkındalığın ilk adımı bedenini izlemektir. Yavaş yavaş kişi her harekete, her mimiğe dikkat kesilir. Ve farkında oldukça bir mucize gerçekleşir; eskiden yapmakta olduğun pek çok şey kayboluverir. Bedenin daha gevşek hale gelir, bedenin daha uyumlu hale gelir, bedenini bile derin bir huzur kaplar, derinden bir müzik çalmaya başlar bedeninde. Sonra düşüncelerinin farkına varmaya başla; aynı şey düşüncelerinle de yapılmak zorundadır. Onlar bedeninden daha zor fark edilir ve elbette daha da tehlikelidirler. Ve düşüncelerinin farkına vardığında içinde olup biten şeylere şaşırıp kalacaksın. Herhangi bir andaki düşüncelerini yazacak olursan büyük bir şaşkınlığa düşersin. İnanamayacaksın; "Bu mu içimden geçen şeyler?" Yalnızca on dakika yazmaya devam et. Kapıları kapat ve kapı ve pencereleri kilitle ki kimse içeri giremesin. Böylece dürüst olabilirsin. Ve bir ateş yak - bu sayede hemen ateşe atabilirsin - ki senin dışında kimse bilemesin. Ve sonra da samimi bir şekilde dürüst ol; zihninden her ne geçiyorsa yazmaya devam et. Yorumlamadan, düzeltmeden, değiştirmeden. Sadece olduğu haliyle, çıplak bir şekilde kağıdın üzerine dök. Ve on dakika sonra oku; içerde delirmiş bir zihin göreceksin! Bu deliliğin alttan alta akıp gitmeye devam ettiğinin farkında değiliz. Hayatındaki tüm önemli şeyleri etkiler. Ve tüm bunların genel toplamı da senin hayatın olacak! Çyleyse bu delirmiş adam değişmek zorunda. Ve farkındalığın mucizesi farkında olmak dışında hiçbir şey yapmana gerek olmamasıdır. İzliyor olman gerçeği, onu değiştirir. Yavaş yavaş delirmiş adam yok olur. Yavaş yavaş düşünceler belli şekiller almaya başlar; artık kaotik değillerdir, artık daha bir kozmos haline gelmiştir. Ve tekrardan, daha da derin bir huzur yayılır. Ve, bedenin ve zihnin huzurlu olduğunda onların birbirleriyle uyum içerisinde olduğunu göreceksin; bir köprü vardır. Artık farklı yönlerde koşmuyorlar, başka atlara binmiyorlar. İlk kez arada anlaşma vardır ve bu anlaşma üçüncü adım üzerinde çalışmada son kertede yardımcı olur; bu da duygularının, hislerinin, ruh hallerinin farkına varmaktır. Bu en ince katmandır ve en zorudur ancak, şayet düşüncelerinin farkına varabilirsen sadece bir adım sonrasındadır. Duygularını, hislerini ve ruh hallerini fark etmeye başlamak için biraz daha yoğun bir farkındalığa ihtiyaç vardır. Bir kez bu üçünün farkına vardın mı hepsi tek bir olguda birleşir. Ve bu üçü bir olduğunda, mükemmel bir şekilde işlediğinde, beraberce titreştiğinde üçünün de müziğini hissedebilirsin - bir orkestra haline geldiler - ve dördüncü gerçekleşir. Onu sen yapamazsın; o kendiliğinden olur, o bütünden gelen bir armağandır. O bu üçünü yapanlara verilen bir ödüldür. Ve dördüncüsü bir kimseyi uyanmış yapacak olan nihai farkındalıktır. Kişi kendi farkındalığının farkına varır; dördüncü budur. Bu insanı bir Buda, uyanmış kişi yapar. Ve sadece bu uyanışta kişi sonsuz mutluluğun ne olduğunu bilir. Beden zevki bilir, zihin hoşnutluğu bilir, kalp coşkuyu bilir ve dördüncüyse sonsuz mutluluğu bilir. Sonsuz mutluluk amaçtır ve farkındalık da ona doğru giden yoldur.
__________________________________________________________________________________

Osho Kalbin Yolu

Ve korkaklar, sadece korkaklar, kafalarıyla yaşar. Korktukları için etraflarında mantıktan oluşan bir güvenlik duvarı yaratırlar. Korkularıyla her kapı ve pencereyi kapatırlar. Kavramları, kelimeleri, teorileri ve dinbilimleriyle, bütün boşlukları kapatır ve bu kapalı kapılar arkasında gizlenirler. Kalbin yolu, cesaretin yoludur. Güvencesizlik içinde yaşamaktır; sevgi ve güven içinde yaşamaktır; bilinmeyenin içinde hareket etmektir. Geçmişi bırakıp, geleceğin yaşanmasına izin vermektir. Cesaret, tehlikeli yollarda hareket etmektir. Hayat tehlikelidir ve sadece korkaklar tehlikeden kaçınır. Ama onlar zaten ölüdür. Yaşayan bir insan, gerçekten yaşayan bir insan, her zaman bilinmeyene doğru gider. Tehlike vardır, ama o bu riski alır. Kalp her zaman risk almaya hazırdır, kalp kumarbazdır.
 
Kafa ise bir işadamıdır. Kafa her zaman hesaplar ... çok kurnazdır. Kalp hesapçı değildir. Cesaret anlamına gelen İngilizce courage çok güzel ve ilginç bir sözcüktür. Kalp üzerinden yaşamak, anlamı keşfetmektir. Bir şair kalbiyle yaşar ve zamanla kalbi üzerinden bilinmeyenin seslerini dinlemeye başlar. Kafa dinleyemez; o bilinmeyenden çok uzaktadır. Kafa bilinenlerle doludur. Zihnin nedir? O bildiğin her şeydir. O geçmiştir, ölmüş olan ve geride kalan şeylerdir. Zihin, biriktirilmiş geçmişten başka bir şey değildir, hafızadır. Kalp ise gelecektir; kalp her zaman umuttur; kalp her zaman gelecekte bir yerdedir. Kafa geçmişi düşünür, kalp geleceği hayal eder. Gelecek henüz gelmemiştir. Gelecek henüz oluşmamıştır. Gelecek henüz sadece bir olasılıktır; gelecektir, gelmeye başladı bile. Yaşanan her anda, gelecek şimdiki zamana dönüşürken, yaşadığımız an ise geçmiş oluyor. Geçmişte hiçbir olasılık yoktur, hepsi kullanılmıştır.Onu yaşayıp geçmişsindir, o artık tükenmiştir, ölmüştür, mezar gibidir. Gelecek tohum gibidir; o yaklaşıyor, sürekli geliyor, sürekli ulaşıyor ve yaşadığımız an ile buluşuyor. Sen her zaman hareket halindesin. İçinde bulunduğumuz an, geleceğe doğru yapılan bir hareketten başka bir şey değildir. Senin zaten atmış olduğun bir adımdır; geleceğe doğru attığın bir adım. Dünyadaki herkes doğru olmak ister. Çünkü doğru olmak o kadar büyük bir keyif ve coşku getirir ki, insan neden sahte olsun? Biraz daha derin bir kavrayış için cesaretinin olması gerekir. Neden korkuyorsun? Dünya sana ne yapabilir? İnsanlar sana gülebilir; bu onlara iyi gelir ... gülmek her zaman bir ilaçtır, sağlıklıdır. İnsanlar deli olduğunu düşünebilir. Onların seni deli olarak görmesi senin deli olduğun anlamına gelmez. Eğer sevinçlerin, göz yaşların, dansın hakkında samimiysen, er ya da geç seni anlayacak insanlar ortaya çıkar; ve senin kervanına katılırlar. Ben bu yola yalnız başıma çıkmıştım ve sonra insanlar gelmeye başladı ve dünya çapında bir karavan oldu! Ben kimseyi davet etmedim. Ben sadece kalbimden geldiğini hissettiğim şeyleri yaptım. Benim sorumluluğum kendi kalbimedir; dünyadaki başka kimseye değil. Senin sorumluluğun da, sadece kendi varlığınadır. Onun karşısında yer alma; çünkü ona karşı çıkmak intihar etmek, kendini yok etmek anlamına gelir. Zaten ne kazanacaksın? İnsanlar sana saygı duysa, senin saygın, onurlu, aklı başında bir insan olduğunu düşünse bile, bunlar senin varlığını besleyemez. Yaşama ve onun muhteşem güzelliklerine dair bir şeyler kavramana yol açmaz. Senden önce bu dünyada kaç milyon insan yaşadı? İsimlerini bile bilmiyorsun. Yaşayıp yaşamadıkları, hiçbir şeyi değiştirmiyor. Azizler ve günahkarlar oldu. Çok saygın insanların yanı sıra, her türlü eksantrik, çatlak insan yaşadı. Ama hepsi yok oldu. Dünyada onlardan tek bir iz bile kalmadı. Senin tek amacın, ölüm bedenini ve zihnini yok ettiği zaman, yanında götürebileceğin nitelikleri koruyup kollamak olmalı. Çünkü bu nitelikler senin tek dostun olacak. Gerçek değerler sadece onlardır ve sadece onları bulan insanlar yaşar; diğerleriyse yaşıyormuş gibi yapar. Karanlık bir gecede KGB, Yussel Finkelstein'ın kapısını çalar. Yussel kapıyı açar ve KGB görevlisi bağırır: "Yussel Finkelstein burada mı yaşıyor?" Çizgili pijamaları ile kapıda duran Yussel, "Hayır." diye yanıtlar. "Çyle mi? Peki senin adın ne?" "Yussel Finkelstein." KGB ajanı onu yere indirir ve sorar: "Az önce burada yaşamadığını söylemedin mi?" Yussel yanıtlar: "Sen buna yaşamak mı diyorsun?" Sadece yaşamak, her zaman yaşamak demek değildir. Hayatına bir bak. Ona kutsanmış diyebilir misin? Onu varoluşun sana sunmuş olduğu bir hediye olarak görüyor musun? Bu hayatın sana tekrar tekrar verilmesini ister misin?
__________________________________________________________________________________

Osho Hiçbir Yanıt İşe Yaramaz

Sana bir soru sormak üzere yazmaya her oturuşumda yanıt daha ben yazımı bitirmeden ortaya çıkıyor. Ama yine de sana yazma ve yanıt alma isteği devam ediyor. Bu istek nedir? Not: Yanıtın ne olduğunu biliyorum.

Anahata, hiçbir yanıt işe yaramaz; bu yüzden sorma isteği devam eder. Bir soru ortaya çıkar ve eğer sen sessizce bekleyecek olursan yanıt ortaya çıkmak durumundadır. İşin gerçeği yanıt zaten oradadır, soru da o yüzden ortaya çıkmıştır. Soru senin içinde ortaya çıkmadan önce yanıt oradadır.

Yanıt sorunun içinde saklı. Eğer sorunun derinliklerine gidecek olursan yanıtı da bulursun. Soru yanıtın etrafındaki kalın kabuktan başka bir şey değildir. Sen yeterince uzun süre ve sessizce beklersen yanıtı her zaman bulursun. Ama yine de hiçbir yanıt senin işine yaramaz; işte o yüzden sorma arzusu devam eder.

Kişinin soruların Ve yanıtların ötesine geçmesi gerekiyor çünkü her yanıt kendi sırası geldiğinde yeni sorular yaratacaktır. Bu yüzden eğer bir soru yanıtlanırsa yanıtın kendisi on soru daha yaratır...ve bu şekilde devam eder. Ve sen sürekli olarak bunu sürdürebilirsin. Bu şekilde kovalamayı sürdürür ama hedefe asla ulaşamazsın.

Tüm sorular ortadan kaybolduğunda (sadece sorular değil, yanıtlar da yok olduğunda) sorma arzusu da ortadan kalkar. Asla bundan önce değil.

Sorunun sonuna eklediğin not bana çok ünlü bir Sufi hikayesini anımsattı:

Sufi bir mistik hac için Mekke’ye gidiyormuş. Yol üzerinde küçük bir kasabaya ulaşmış ama daha o varmadan önce kasabalılar büyük bir mistiğin oradan geçeceği haberini aldığı için tüm ahali bir araya toplanmış. Mistik son derece sessiz bir adammış ve kasaba halkı ona bir konuşma yapması için yalvarmış. “Biz aylardır bekliyoruz, şimdi gelmiş olduğuna göre senin söylediğin bir şeyi duymadan seni bırakamayız,” demişler.

Usta isteksizmiş. “Ama söyleyecek hiçbir şeyim yok,” diye yanıtlamış. Ama kasabalılar dinlememiş. İsrar etmeyi sürdürmüşler. Usta, “Ve bildiklerim de söylenebilir şeyler değil!” demiş. Ama halk yine dinlememiş. Usta ne kadar isteksiz davranırsa onlar da doğal olarak o kadar ilgili bir hale gelmişler.

Usta’ya, “Sen bize bir mesaj verene kadar burada oturup oruç tutacağız çünkü bu kasabadan aydınlanmış bir insan çok nadir olarak geçiyor. Senin gitmene izin veremeyiz,” demişler.

Bu yüzden usta konuşma yapmayı kabul etmiş. Camiye gitmişler. Tüm kasaba ustanın söyleyecekleri konusunda büyük bir beklenti içinde biraraya toplanmış. Ve ustanın daha önce hiçbir yerde konuşmadığını biliyorlarmış. Binlerce kilometre uzaktan geldiği ve herkes ondan konuşma yapmasını istediği halde o hep sessizliğini korumuş. Kasaba halkı çok mutluymuş; ustanın konuşmayı kabul etmesi bu büyük bir ayrıcalıkmış!

Usta gelmiş. Dinleyicilerin karşısında durmuş ve tek bir soru sormuş: “Size ne söyleyeceğimi biliyor musunuz?”

Dinleyicilerin hepsi, “Nasıl bilebiliriz ki? Bilmiyoruz,” diye yanıt vermiş. “Senin ne söyleyeceğini hiçbirimiz bilmiyoruz.”

Usta, “O zaman ben ne hakkında konuşacağımı bile bilmeyen bu kadar cahil bir kalabalığa konuşamam!” demiş.

İnsanlar şaşkınlık içindeymiş ve usta oradan uzaklaşmış. İnsanların arzusu daha şiddetli bir hal almış. Verdikleri yanıtın doğru olmadığını düşünmüşler. “Evet, usta haklı; bu kadar cahil bir topluluğa nasıl konuşabilir?” Koşup ustayı geri getirmişler ve “Bize tekrar sor. Verdiğimiz yanıt yanlıştı ama geri gel ve bize bir şans daha ver,” demişler.

Usta gelmiş ve “Ne hakkında konuşacağımı biliyor musunuz?” diye sormuş.

Kalabalık, “Evet! Hepimiz ne konuda konuşacağını biliyoruz,” demiş.

Usta, “O zaman buraya kadar! Eğer zaten biliyorsanız o zaman benim size anlatmama ne gerek var? Ne kadar da aydınlanmış bir kasaba!” demiş.

İnsanlar daha da şaşırmış. Ve usta yine camiyi terk etmiş. Kendi aralarında konuşmaya başlamışlar; tüm kasaba halkı bu konuda müthiş bir heyecan içindeymiş: “Ne yapacağız? Usta yarın sabah tekrar yola çıkacak! Bir yolunu bulmamız gerek.”

Konuşmuşlar, tartışmışlar ve bir çözüm bularak gecenin yarısında gidip ustayı kaldırmışlar ve “Biz geri geldik; yanıtımız yanlıştı. Tekrar sor!” demişler.

Usta camiye geri dönmüş ve tekrar sormuş, ““Ne hakkında konuşacağımı biliyor musunuz?” Ve insanların yarısı “Evet”, yarısı ise “Hayır” diye yanıt vermiş. Bu yöntemin işe yarayacağına eminlermiş. Usta’nın bu durumda konuşmaktan kaçınma olasılığı yokmuş.

Usta ise şöyle demiş, “Ha, ha, ha! Öyleyse bilenler bilmeyenlere anlatsın. Benim konuşma yapmama ne gerek var? Sadece insanlara söyleyin birbirleri ile konuşsunlar. Bana kesinlikle ihtiyaç yok.”

İşin gerçeği şu ki eğer sen kendi sorularının derinliklerine girecek olursan kimseye sormana gerek yok. Sorman tamamen gereksiz çünkü sana vereceğim yanıt ne olursa olsun o aslında senin içinde yer alıyor. Ben sadece onu gözle görülür bir hale getiriyorum. Onun yüzeye çıkmasına yardımcı oluyorum. Benim sana verebileceğim hazır yanıtlarım yok. Bende dinin kurallarını anlatan bir kitap yok. Yanıtım sonsuza kadar sabit kalacak diye bir şey de yok.

Soruyu sen soruyorsun. Ben senin sorunun içine bakıyorum.

Kendi kendine yapman gereken şeyi yapmaya çalışıyorum ve sonra yanıtı orada bularak senin görebileceğin bir hale getiriyorum. Bir ustanın işi kendi yanıtlarını senin görebileceğin şekilde açığa çıkarmaktır. O bir az bulunurluk durumu oluşturur, sana herhangi bir yanıt vermez. Bir usta bilim adamı değildir, bir profesör değildir. O sana yanıtlar vermez. O sadece görmeni sağlayan netliği, vizyonu, kapasiteyi ortaya çıkarır.

O yüzden eğer sen buradaysan...tıpkı Anahata’nın burada olduğu gibi, o beni dinledikçe açıklık da artıyor, berraklık artıyor. Bu nedenle onun içinde ne zaman bir soru ortaya çıksa aniden yanıt da orada oluyor. Bu çok güzel. Bu herkes için olması gereken şey. O zaman ben de sıkıntıdan kurtulmuş olurum.

Ama unutma: mesele sorulara yanıt verilmesi değil. Daha fazlasına ihtiyaç var. Sadece işte bu ‘daha fazlası’ seni tatmin edecek, arzularını gerçekleştirecek,  susuzluğunu giderecek kudret helvası olacaktır. Bu aktarım; enerjinin bir ustadan müride aktarımı, tıpkı alevin yanan bir mumdan yanmayan bir muma geçmesi gibidir. Sözel bir şey değil, entelektüel bir şey değil. Varoluşa ait bir şeydir.

Bir kıvılcımın benden sana geçmesi, böylece senin alev alman, yanman gerek, böylece içsel varlığın artık karanlıkta kalmaz. Karanlıkta her tür soru ortaya çıkar. Eğer sen bir parça daha zeki, net, uyanık, farkında olabilirsen yanıtları da bulursun.

Ama her yanıt daha fazla soruyu ortaya çıkarır. Bu sonsuz bir süreçtir, biteviyedir. Sen buna sürekli olarak devam edebilirsin...Seni dönüştürmeyecektir. İşte bu yüzden, Anahata, sorma isteği kalmaya devam eder.
__________________________________________________________________________________

Osho KENDİNİ KALABALIKTAN GERİ ÇEK

 

Meditasyon, sadece sessiz ve tek başına olma cesaretidir. Yavaş yavaş, içinde yeni bir nitelik, yeni bir canlılık, yeni bir güzellik, yeni bir zekâ hissetmeye başlarsın. Bu, kimseden ödünç alınmamıştır, senin içinde büyümektedir. Kökü senin varoluşuna dayanmaktadır. Ve eğer bir korkak değilsen, hayat bulacak ve çiçek açacaktır.

Hiç kimse varoluşun olmasını hedeflediği kişi değildir. Toplum, kültür, din ve eğitim sistemi, masum çocuklara karşı gizli bir ittifak içindedir. Bütün güç onlarda; çocuk çaresiz ve bağımlı, o yüzden onu istedikleri gibi şekillendirmeyi başarıyorlar. Çocuğun kendi doğal yönelimi doğrultusunda gelişmesine izin vermiyorlar. Bütün çabaları insanları kullanılacak metalara çevirmektir. Çocuğun kendi başına büyümesine izin verirlerse, kendi çıkarları için kullanıp kullanamayacaklarını, yatırımlarının boşa gidip gitmeyeceğini kimse bilemez. Toplum böyle bir riski göze almaya hazır değildir. Çocuğu kuşatır ve toplumun ihtiyacı olan şekildeki bir kalıba dökmeye başlar.

Yani bir anlamda, çocuğun ruhunu öldürüp, ruhunun ve öz benliğinin eksikliğini hissetmemesi için ona sahte bir kimlik verirler. Bu sahte kimlik, gerçeğinin yerine konulmuş olan bir şeydir. Ancak gerçeğinin yerine konulmuş olan bu kimlik sadece onu sana vermiş olan kalabalık içinde işe yarar. Tek başına kaldığın an, sahte olan kimlik parçalanmaya ve bastırılmış olan gerçek kimlik kendini ifade etmeye başlar. Yalnız kalma korkusu budur.

Hiç kimse tek başına olmak istemez. Herkes bir kalabalığa ait olmak ister; sadece tek bir kalabalığa da değil, birçok kalabalığa. Kişi, dini bir kalabalığa, bir siyasi partiye, bir rotary kulübüne ait olur ve daha ait olunacak bir sürü başka küçük gruplar da vardır. İnsan günde yirmi dört saat desteklenmek ister çünkü sahte bir destek olmadan ayakta duramaz. İnsan tek başına kaldığı zaman, garip bir delilik hissetmeye başlar. Yıllar boyunca birisi olduğuna inandın ve birden bire, tek başına kaldığın zaman aslında o kişi olmadığını hissetmeye başlarsın. Bu durum korku yaratır: O zaman sen kimsin?

Yıllar süren baskılar sonucunda, gerçek kimliğinin kendini ifade etmesi zaman alacaktır. Mistikler aradaki bu zaman dilimine "ruhun karanlık gecesi" adını vermiştir. Çok iyi ifade edilmiş bir deyim. Artık o sahte kimlik değilsin ama henüz gerçek kimliğin de değilsin. Belirsiz bir ara bölgedesin, kim olduğunu bilmiyorsun.

Özellikle Batı dünyasında bu sorun daha da karmaşık hale gelir çünkü onlar ruhun karanlık gecesini kısaltıp gerçeğe bir an önce ulaşmak için herhangi bir metodoloji geliştirmemiştir. Batı dünyası meditasyonla ilgili hiçbir şey bilmemektedir. Meditasyon yalnızca tek başına kalıp, sessiz olup, gerçeğin kendini göstermesini beklemeye verilen bir addır. O bir eylem değil, sessiz bir gevşemedir. Çünkü ne "yaparsan" aslında sahte kimliğin yapacaktır. Yıllar boyunca bütün yaptıkların ondan ortaya çıktı. Bu eski bir alışkanlık.

Alışkanlıklar zor ölür. Yıllar boyunca, sevdiğin ve saygı duyduğun insanların sana dayatmış olduğu sahte bir kişilikle yaşıyorsun; ve onlar bilerek sana kötülük yapmıyorlardı. Niyetleri iyiydi ancak farkındalıkları sıfırdı. Onlar bilinçli değillerdi: Ebeveynlerin, öğretmenlerin, rahiplerin, politikacıların... bilinçsiz insanlardı. Niyet iyi olsa bile bilinçsiz insanların elinde bir zehre dönüşür.

O yüzden ne zaman tek başına kalsan, derin bir korku vardır. Çünkü sahte olan yok olmaya başlıyor. Gerçeğin devreye girmesi ise biraz zaman alacaktır. Onu uzun yıllar önce kaybetmiştin. Bunca yıllık boşluğun bir şekilde kapanması gerektiğini düşünmen gerekli olacak.

"Kendimi kaybediyorum, duyularımı, akıl sağlığımı, zihnimi, her şeyimi kaybediyorum" korkusu yaşaman çok doğal. Çünkü sana başkaları tarafından empoze edilmiş olan benlik bunlardan oluşmaktadır. Deliriyormuş gibi hissedeceksin. Hemen kendini meşgul etmek için bir şeyler yapmaya başlarsın. Ortada insan yoksa bile en azından bir eylem var ve bu sayede sahte benlik faaliyete devam ederek yok olmasının önüne geçiyor.

O yüzden insanlar en çok tatillerde zorlanıyor. Beş gün boyunca çalışırken, hafta sonu dinlenip, gevşeme hayaliyle yaşıyor. Ama hafta sonu, dünyanın en kötü zamanlarıdır. Hafta sonu daha fazla kaza olur, daha çok insan intihar eder, daha fazla cinayet, hırsızlık ve tecavüz olur. Çok garip. Bütün bu insanlar beş gün boyunca meşguldü ve hiçbir sorun yaşanmadı. Ancak hafta sonu onlara birden bir seçenek sunuyor: Ya bir meşgale bulacaklar ya da gevşeyecekler. Ama gevşemek korkutucudur; sahte kimlik kaybolur. Faal kal, aptalca olsa bile bir şeyler yap. İnsanlar hemen sahillere koşar, yollarda tampon tampona kilometrelerce uzunluğunda trafik sıkışıklarına katlanır. Onlara nereye gittiklerini sorarsanız, "kalabalıktan kaçıyorum" derler. Ama bütün kalabalık onlarla birlikte gidiyor! Tek başına olup dinginliği bulacaklar. Hem de hepsi!

Aslında evde kalmış olsalardı daha sakin daha kendi başına kalabileceklerdi çünkü bütün aptallar "kafalarını dinlemek için" yola çıkmış durumda. Hepsi deli gibi acele ediyor çünkü iki gün kısa sürede bitecek ve ulaşmaları gerekiyor: Nereye olduğunu sorma!

Kumsalları görüyorsun. O kadar kalabalık ki, pazar yerleri bile bu kadar kalabalık değil. Çok garip ama insanlar burada güneşlenirken kendini çok rahat hissediyor. Küçük bir kumsalda güneşlenip gevşeyen on bin insan. Aynı kişi, ayı kumsalda tek başına olsa gevşeyemeyecekti. Ama etrafındaki binlerce kişinin gevşediğini biliyor. Aynı insanlar ofisteydi, sokaklardaydı, alış veriş merkezlerindeydi, şimdi aynı insanlar kumsalda.

Sahte benliğin var olabilmesi için kalabalık şarttır. Tek başına kaldığında çıldırmaya başlarsın, insan işte bu noktada meditasyonu biraz anlamalıdır.

Endişe etme çünkü kaybolabilecek bir şeyi kaybetmeye değer. Ona yapışıp kalmak anlamsızdır; çünkü o senin değil, o sen değilsin.

Sen aslında, sahte olan gidince onun yerine yükselecek olan taze, masum ve kirlenmemiş varlıksın. Kimse "Ben kimim?" sorusunu senin yerine yanıtlayamaz. Bunu sen bileceksin.

Bütün meditasyon teknikleri sahteyi yok edecek birer destektir. Onlar sana gerçeği vermez; gerçek verilemez.

Verilebilen bir şey gerçek olamaz. Gerçek zaten senin içinde olandır; sadece sahte olanın ortadan kaldırılması gerekiyor.

Başka bir açıdan şöyle denebilir: Bir Usta gerçekte sende olmayanı alıyor ve aslında senin sahip olduklarını sana veriyor.

Meditasyon sadece sessiz ve tek başına olma cesaretidir. Yavaş yavaş, içinde yeni bir nitelik, yeni bir canlılık, yeni bir güzellik, yeni bir zekâ hissetmeye başlarsın. Bu, kimseden ödünç alınmamıştır, senin içinde büyümektedir. Kökü senin varoluşuna dayanmaktadır. Eğer bir korkak değilsen, filizlenecek ve çiçek açacaktır.

Sadece cesur, yürekli ve yiğit olan insanlar dindar olabilir; kiliseye gidenler değil. Onlar korkaklardır. Hindular, Müslümanlar, Hıristiyanlar korkaktır. Onlar arayışa karşıdır. Aynı kalabalık sahte kimliklerini daha da pekiştirmeye çalışır.

Sen doğdun; bu dünyaya bir canlı olarak, bilinçle, inanılmaz bir duyarlılıkla geldin. Küçük bir çocuğa bir bak; gözlerindeki o tazeliğe bak. Bunun üstünü sahte kişilikle örtüyorlar.

Korkacak bir şey yok. Sen ancak kaybedilmesi kaçınılmaz olan bir şeyi kaybedebilirsin. Onu ne kadar erken kaybedersen o kadar iyi olur çünkü ne kadar uzun kalırsa, o kadar güçlenir.

Kimse yarın ne olacağını bilmez.

Gerçek varlığının farkına varmadan ölme.

Gerçek varlıklarıyla yaşamış ve gerçek varlıklarıyla ölmüş o çok az sayıdaki insan gerçekten şanslı olanlardır. Çünkü onlar hayatın sonsuz ve ölümünse kurgu olduğunu bilir.
__________________________________________________________________________________

Osho MASUMİYETİN YOLU

Bu koca dünyada ne elde edebilirsin? Yanında ne götürebilirsin? Adını mı, itibarını mı, saygınlığını mı? Paranı, gücünü mü; neyi? Diplomanı mı? Hiçbir şey götüremezsin. Her şeyi burada bırakmak zorundasın. İşte o anda, sahip olduğun her şeyin aslında senin olmadığını anlarsın: Sahip olma fikri temelden yanlıştı. Ve sahip olduğun o şeyler yüzünden de çürümüş durumdaydın.

O sahipliği arttırmak için; daha fazla para, daha fazla güç, daha fazla toprak elde etmek için, kendinin dahi doğru olduğunu söyleyemeyeceğin şeyleri yapıyordun. Yalan söylüyordun, dürüst değildin. Yüzlerce farklı role büründün. Bir an için bile ne kendine, ne de başkalarına dürüst olmadın, bunu yapamadın. Sahte, gerçek dışı ve rol yapan biri olmak zorunda kaldın; çünkü bu dünyada başarılı olmana yardımcı olacak şeyler bunlardı. Hakiki olmak sana yardım etmeyecek. Dürüstlük sana yardımcı olmayacak. Gerçeği söylemek sana yardım etmeyecek.

Sahip oldukların, başarı, ün olmadan sen nesin? Bilmiyorsun. Sen isminsin, sen şöhretinsin, sen itibarın, sen gücünsün. Ama bunlar dışında sen kimsin? O yüzden bütün bu sahiplik, senin kimliğin oluyor. Sende varlığına ilişkin bir yanılsama yaratıyor. Ego budur.

Ego gizemli bir şey değildir; çok basit bir olgudur. Kim olduğunu bilmiyorsun ve kim olduğunu bilmeden yaşamak imkansızdır. Eğer ben kim olduğumu bilmiyorsam, o zaman burada ne arıyorum? O zaman yaptığım her şey anlamını yitiriyor. İlk ve en öncelikli şey, kim olduğumu bilmem. Belki ondan sonra, doğamı doyuracak bir şeyler yapar, tatmin olur, kendimi yuvamda hissederim.

Ama eğer kim olduğumu bilmiyorsam ve birçok şey yapmaya devam ediyorsam, doğamın ulaşması gereken yere nasıl ulaşacağım, nasıl oraya yöneleceğim? Sağa sola koşturup duruyorum; ama "İşte vardım; aramakta olduğum yer burasıydı" diyebileceğim hiçbir yer olmaz.

Sen kim olduğunu bilmiyorsun. O yüzden onun yerine geçecek sahte bir kimliğe ihtiyaç var. O sahte kimliği sana sahip oldukların veriyor.

Bu dünyaya masum bir gözlemci olarak geliyorsun. Herkes aynı şekilde, aynı bilinç niteliğine sahip olarak geliyor. Ama yetişkinlerin dünyasıyla pazarlık yapmaya başlıyorsun. Sana verecek çok şeyleri var. Senin ise verecek tek bir şeyin var: kendi bütünlüğün ve öz saygın. Senin pek bir şeyin yok; tek bir şeyin var. Bunu istediğin şekilde adlandırabilirsin; masumiyet, zekâ, özgünlük. Sadece tek bir şeyin var.

Bir çocuk doğal olarak etrafında gördüğü her şeyle çok ilgilenir. Sürekli onu, bunu, şunu ister; bu insan doğasının bir parçasıdır. Eğer küçük bir çocuğa bakarsan, yeni doğmuş bir bebek bile, elini sağa sola uzatmaya başlar, elleri hep bir şey bulmaya çalışır. Yolculuğuna başlamıştır.

Bu yolculukta kendini kaybedecektir. Çünkü bu dünyada bedelini ödemeden hiçbir şey alamazsın. Ve zavallı çocuk, verdiği şeyin ne kadar değerli olduğunu anlayamaz. Kendi bütünlüğünü bir tarafa koyup, diğer tarafa bütün dünyayı koysan bile; bütünlük daha ağır basar, daha değerlidir. Çocuğun bunu bilme şansı yoktur. Sorun budur, çünkü sahip olduğu şey, zaten içindedir. Onu kanıksamıştır.
__________________________________________________________________________________

Bu linkten bütün e-kitaplarını tek setup halinde indirebilirsiniz

http://www.mediafire.com/?poomk9wfg0tyryu 

İnternet explorer’de problemsiz açılır, diğer browserler’da  flash aktivex ayarı isteyebilir. Eğer kurulan kısayol direk diğer browser ile açılmaya çalışıyorsa, kısayolun üzerine sağ tuşa basın özelikler / giriş/ internet explorer  yolunu izleyerek tamama basın.

 

 

Toplam 74779 ziyaretçi (153287 klik) Kişi Buradaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol